Güvertenin döşemelerini elimdeki uzun sopalı fırça ile temizlerken hala daha öfke doluydum. Kulağıma bazı söylentiler de gelmişti. Bu sabahki "üç günlük kahvaltı" yüzünden akşam yemeği yemeyecekmişiz. Yani kaptan öyle emretmiş. Dolayısıyla adamların hoşnutsuz bakışlarını üzerimde hissediyordum. Oysa sabah herkes çok mutluydu. Nankör piçler.
Tüm gücümle döşemeleri fırçalamak kollarıma ağrı soktuğunda bunu yapmayı keserek derin bir nefes bıraktım ve yüzümü göğe kaldırdım. Sıcaktı. Öğlenin en kavurucu vaktindeydik. Elimin tersi ile alnımdaki teri silerken nefes almakta zorlanıyormuşum gibi hissettim. Hava beni boğuyor, aynı zamanda susamıştım.
"Bunu kullan."
Ne zaman yanıma geldiğini fark etmediğim Genç Noah elindeki ıslak bezi başımın üzerine koyarak kumaşın iki ucunu ensemde bir düğüm haline getirerek başımda sabitlediğinde ben de üstte kalan bölümü alnımın ortasına kadar çekiştirdim. Gerçekten de iyi gelmişti. Zaten korsanların çoğu, gemideyken, böyle bezleri başlarına bağlıyordu.
Düğümü attığında karşıma geçti. Gülümseyerek ona bakarken tüm samimiyetimle teşekkür etmiştim. Önemli değil dercesine omzunu silkip ardından gözleriyle fırçayı işaret etti. "Bu işi yapmazdın?"
"Sıkıldım."
Canımı sıkan şeyin ne olduğunu biliyormuş gibiydi. "Kaptanın sözlerini duymuş olmalısın. Dert etme. Öfkesi geçerse akşam yemeği için izin verir."
"Bu doğru muydu? Diğerlerinin uydurduğunu düşünmüştüm." dedim şaşkınlık içinde.
"Uydurma değil sanırım, muhtemelen akşam yemeyeceğiz."
Yarın sabaha kadar aç kalmak... Düşünmek istemiyorum, hayır.
"Delirdi mi?" diye sordum sadece onun duyabileceği bir sesle. "Yarına kadar hiçbir şey yemeden nasıl olacak?"
"Günlerce yemek yemediğimiz zamanlar olmuştu." Gülümsedi. "Beklediğimden daha merhametliydi aslında. Ceza olarak üç gün yemek yememeliydik."
Hayret içinde güvertenin diğer ucundaki Zayn'e baktım. En sondaki yelken direğinin etrafına sarılmış bir halatla ilgileniyordu. Hissetmiş gibi yüzünü bu tarafa doğru çevirdiğinde gözlerimiz buluştu. Ona öfkeyle bakmıştım. Orta parmaklarımı göstermemek için kendimi tuttuğumda gözlerimi devirerek tekrar Noah' a döndüm.
"Saçmalık. İlk kez biraz fazla yedik. Bunda ne var?"
"Rüzgar kesilirse sikiliriz." dedi Noah yumuşak bir sesle. "Bir keresinde üç hafta boyunca aynı yerde çakılı kalmıştık. Erzağımız az olduğu için günde bir avuçtan daha az miktarda tek öğün yedik. Şeytan bize o lanetli günlerde gülüyor olmalıydı."
Gözlerimi kaçırdım. Aslında içten içe yaptığımın yanlış olduğunu biliyordum. Düşünmemiştim. Benim zamanımdaki gibi burada yemeğe ulaşmak kolay olmuyordu. Ama bana gösterdiği bu davranış gururumu incitmişti. Hala buraya tam olarak adapte olamamışken yaptığım hatalara kaba bir karşılık vermesi beni kırmıştı.
"Yine de güzel bir kahvaltıydı. Daha önce böylesine lezzetli bir lapa yememiştim."
Karamsar düşüncelerim sözleri sayesinde dağıldığında bir kez daha gülümsedim. "On altı yaşında mıydın?"
"On yedi."
Garip bir şekilde yirmili yaşlarda görünüyordu. Uzun boylu ve yaşına göre de epey iriydi.
"Çok gençsin. Ailen seni merak etmiyor mu?"
"Umursadıklarını düşünmem. Yedi erkek kardeşim daha var. Benim açığımı kapatıyorlardır."
![](https://img.wattpad.com/cover/225844970-288-k686139.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the reaper • zm
FanfictionYabancı, küçük kapıdan geçmemesini söylediğinde Mariah onu dinlememiş ve kendisini on yedinci yüzyılın korsanları arasında bulmuştu.