13. SAVAŞ YA DA KAÇ

30.7K 2.5K 4K
                                    


Müzik: Monmartre - Serouj

Müzik: Monmartre - Serouj

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


BÖLÜM 13 | SAVAŞ YA DA KAÇ

Claudius der ki; Her doğrunun iki yüzü vardır, birini kabullenmeden önce, iki taraftan da bakmış olmak her zaman daha iyidir.

Ben yaşadığım doğrunun iki tarafını da yaşadım. Onların doğruları için altı yılımı harcadım, kendi doğrularım için de bir o kadar sene ve artık hangi tarafta duracağımı, hangi doğrunun benim doğrum olduğunu biliyorum.

Egemen yan koltukta oturmuş, sağ işaret parmağına bulaşmış turuncu boyayı suskun bir hâlde incelerken, bu sözün bir örneğini de o teşkil ediyordu şimdi. O parmağıyla, devlete ait bir binanın duvarına sprey boyayla bir mum yakmıştı ve aynı parmakla savaşlara girmiş, aynı devlet için tetiğe basmıştı. Farklı şekillerde yaktığı ateşler şimdi o parmağından içine sızıyordu, görebiliyordum.

Bir duvarı boyamak basit bir eylem gibi dursa da onun için ifade ettiği anlamı anlayabiliyordum. Babamın yanına geçip klavyenin tek bir tuşuna bastığım ilk an ben de aynı duruma düşmüştüm seneler önce. Kendi içinde bir sorgulamaya girişmişti ve insanın başına gelebilecek en kötü şey gelmek üzereydi başına; kendi doğrularından ve inançlarından şüpheye düşmek...

Tıpkı diğer hayvanlar gibi, sadece yaşamaya odaklı insan zihni, kendini korumak için birtakım savunma mekanizmaları oluşturur ve inançlarını bunun içerisinde korurdu. Her insan, inandığı şeylere göre yaşardı hayatını, kendini ona göre düzenlerdi. Bu yüzden inançlarının sarsılması, şüphesiz bir insanın başına gelebilecek en kötü şeydi. Zihnin bu acılardan korumaya yönelik tüm çabasına rağmen eğer bir anlığına bile şüpheye düşecek olursa bu kişi, kendi cehenneminin kapısını aralamış olur ve geçmişteki derin uykularının hesabının sorulduğu uykusuz geceler başlardı. Bu, herkesin kaldırabileceği bir yük değildi. Bu yüzden pek çok insan inandıklarını sorgulamaz, sadece kabul ederdi. Kabul etmek, sorgulamaktan daha acısız ve zahmetsiz olandı.

Şimdi, onun içinde de bir kapının aralandığını görebiliyordum. Ya kapının ardına bakacak ya da açmadan kapıya bir kilit vuracaktı. Şayet sorgulamaya devam ederse şeytanlarıyla tanışması yakındı ve ne bunu dileyebiliyordum onun için ne de reddedebiliyordum. Ben, uykusuz gecelerime ve şeytanlarıma alışkındım, uykusuz gecelerimde şeytanlarımı avlardım fakat aynısını onun için dileyemiyordum. Bu, tamamen onun vermesi gereken bir karardı. Ya savaşacak ya da kaçacaktı. İlkel bir yaşama içgüdüsüydü, fakat bizi hayatta tutuyordu işte.

Gözlerimi yoldan kısa bir süreliğine çekip ona çevirdim. Koltuğa yerleşmek için uzun bacaklarının el verdiği kadar öne kaymış, sağ dizinin üzerindeki eline bakıyordu. Sessizdi, düşünceli bir ifade vardı yüzünde.

KUZGUNHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin