Uzun zamandan sonra geri döndümm
Niye bilmiyorum ama bu hikayeyi bitirmeden gitmiycem. Bitirdiğimde ise bitcek işte. Uzun zaman hikaye yazmak istemiyorum.Moonbin & Sanha (Astro) - Bad Idea
-----------------------------------------------------------
Nem, rutubet nefes almamı engellerken önüme küçük bir hücre çıkmıştı. Ciğeri mi tıkayan bu berbat hava tam sona gelmişken beni kendinden geçirmiş baygınlık yaşamıştım. Gözlerim kapanırken kulağımda çınlanan şapkacının sesiydi. Son kalan enerjimle "buldum seni-" demem ve bilincimi yitirmem bir olmuştu.
Bu kaçıncı uyanışım hatırlamıyorum. Yine bana biraz yabancı gelen fakat daha önce bulunduğum bir bir odada gözlerimi açtım. Önümde dikilmiş kart şövalyeler ortalarında ise gözlüklü, başında kocaman bir taç bulunan, kıpkırmızı giyinmiş kısa boylu birisi duruyordu. Bu daha önce gördüğüm taht odasındaki kırmızı kraldan başkası değildi. O zamankine benzer bi surat ifadesiyle önümde duruyordu. Sinirli, sabırsız, burnu havada... Kıl olunası tipi vardı. Tıpkı sabah beni okula uyandırmaya çalılan annem ve bir süre sonra uyanmayışımı görünce çığırması... Ne zaman bu rüyadan uyanacağımı merak ettiriyordu.
Tabiki bu gözlemleri kirpiklerimin ardından, göz kapaklarımı hafifçe aralamışken yapıyordum. Açıkçası beni korkuttukları için şimdilik numara kesmem en iyi seçenekti, hatta tek...
Kral sabırsızlıkla bacak titretmesini bırakıp, birbirlerine sardığı kollarını bir hışımla açtı. Haykırdı. "Eğer şimdi mahkemeye gelmezse onu kesinlikle idam ettiricem!" Bu yüksek sesin etkisiyle biraz titremiş gözlerimi iyice yummuştum. Tabiki bu birilerinin gözüne yansımış numara yaptığımı anlamışlardı. Kralın peşinden mahkemeye sürüklendim...
Suçlu koltuğunu boylamıştım. Asla pişmanlık belirtisi olmayan gözlerimin içine dikilen kral ve askerlerin, üstelik köylülerin de ağızlarından "ne kadar küstah" lafları dolaşıp farklı versiyonları ve hakaretleri doğuyordu. Kırmızı loş ışıklı biraz da karanlığın bastırdığı odada tavanda küçücük bir pencereden ışığın sızması, odada tek oksijen kaynağıydı. Gözlerimde ordaki hiç kararmayan havaya; yeşil gökyüzüne, pembe-mor bulutlara takılı kalmış ve kaderimi kabullenmiştim. Mahkemenin içindeki gürültü aklımı kaçırmaya yetecek dereceydi. Artık dayanamayıp "YETER!" Diye çığırdığımda tek kişi bile ağzını açmamış adeta savunmamı dinler hale gelmişlerdi. Ağlarcasına zavallı bir sesle tek diyebildiğim "BEN BURDA NE HALT YİYORUM" Oldu. Kral sözümü kesmesine gerek kalmadan susmuş ve "onu idam edin" demişti. Dehşetle ona bakarken o arkasına bile bakmadan sadece gösteriyi terk etmiş ve beni yuhalayan halkla birlikte bırakmıştı. İdam mekânına istemeyerek kollarıma asılmış beni sürüyüşlerine karşı durmaya çalışıyordum. O sırada herkesin ilgisini bende alabilecek tek kişi salonda bir anda belirdi. Tulumlu kedi çocuk! Herkesin ilgisini çekmeye çalışıyordu aynı zamanda bana talimatlar da veriyordu, uzaktan olsada. Sonunda beni tutan askerlerden kurtulmuş saraydan koşarak kaçıyordum. Kedi çocuk ise her şeyi birbirine katmıştı. Ona ikinci kez minnettardım.
Hava kararınca demek isterdim ama önceden belirttiğim gibi bir türlü zaman geçmiyordu ya da kararmak istemiyordu hava. Yokuş yukarı koşuşum beni susatmıştı. Biraz da yorgundum. Nihayet büyük, güzel bir konak görünmüştü tepede. Oraya koşmak günlerimi alabilirdi belki gerçeklikte olsaydık, fakat sanırım süre kısıtlaması yokken o kadarda zor olmazdı. Yakınlaşınca sabah takip ettiğim tavşan kıyafetli şahıs ağaçların ve çalıların ardından beni gözlemeye başlamıştı. Her baktığımda farklı bir yerdeydi. Tıpkı klonlanmış gibi. Konağın bahçeside kendi gibi büyüktü dolayısıyla evin içine girebilmek için kısa bir yürüyüş yapmak gerekiyordu.
Bu tavşan kılıklı kişi yanımda bana eşlik etmeye başlamıştı. Onu beklemeden söze girdim.
"Burda insanlar herhalde düzgün giyinmeyi bilmiyorlar"
"Geç kaldın, tekrar aynı hatayı yaptın Beatrice"
Samimi ama gıcık bir şekilde gözlerini kısmış ve gülümsemişti.
"Hangi hatayı? Tırtıl gibi giyinene benziyor konuşma"
"Onun adı tırtıl, ben ise tavşan. 'Gibi' kullanman gerekmiyor"
"Ah demek adlarınızı kıyafetlerinize göre koyuyorsunuz"
"Hızlı olmalısın. Beni şu beyaz konaktaki, beyaz prens çağırdı"
Gerçektende konak, güller, bitkiler, kısaca herşey bembeyazdı...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Flowers Are Dead 🌺 [BİTTİ]
Teen FictionYanaklarındaki ıslaklık kızıl, keskin güneşte daha bir belli olmuştu. Çünkü Güneş artık onun yüzüne bakıyordu. Gözleri kısılmıştı. Gözlerindeki damlalar yağmur gibi birden bastırdı. Ne yapacağımı şaşırmıştım. Donakaldım. Ve öylece izledim...