beş

940 98 35
                                    

altı saat oldu.

hala bir şey demedi, diye düşündü oğlan.

yüzücü çocukla konuşmasından altı saat geçmişti. numaralarını birbirlerine vermişler ve haberleşmek için sözleşmișlerdi. ancak can, altı saat içerisinde iletişime geçmemişti ve bu uzun olanı korkutmuştu.

saçmalıyorum, beş dakika içinde mesaj yazması gerekmiyordu ya!

konuşurken hevesli gözüküyordu şimdiye araması veya en azından mesaj atması gerekirdi

kendi içinde kurduğu diyalogların farkına varınca silkelendi ve telefonunun açık olan mesaj ekranını kapatıp karşısındaki koltuğa fırlattı.

ne ara bu kadar umursar hale geldim, diye düşündü.

barış mucizelere veya o gibi şeylere inanmazdı. şansın, mucizelerin ve diğer mistik şeylerin; insanların kendilerini avutmak için uydurduğu inançlar olduğunu düşünürdü. yaptığı resimlerde de apaçık belliydi ki, o, somut olana odaklıydı. yaptığı çalışmalarda aralara soyut ögeler de eklerdi ama odağın her zaman 'var olan'da olmasını sağlardı.

șimdi ise yüzücü çocuğun onun için bir işaret olduğunu düşünüyordu. evrenin son şansı, çıkış yolu, her şey boka sarmadan önceki son çare, kurtuluş...

buna kendi de şaşırıyordu ama kendini yanlış yola sürükleyeceğini düşündüğü duygulardan izole ettiği ruhu, inançla dolmaya başlamıştı. bazı şeylerin bir nedeni olduğunu düşünüyor, kendini daha ilerisini görmek için zorluyordu.

kendini yitirmişken karşısına çıkan bu fırsat, belki de tek kurtuluşuydu. başarılı olup, kafasında özenle ördüğü eleştiri ağından tatminlik hissiyle sıyrılırsa, belki de o zaman kendine gelecekti.

yiğit can kaya, artık barış için kendini bulma yolundaki tek pusulasıydı.

uzun çocuk, gözlerinin karşı koltukta duran telefonunda olduğunu fark edince sıkıntıyla ofladı. kumandaya uzanarak televizyonu açtı ve sesini biraz abarttı.

bu işe çok önem veriyor, belki de tüm kaderini buna belliyordu. bir takıntıya dönüşmesine izin veremezdi. bu yüzden aklındaki endişeleri televizyonun sesiyle bastırmaya çalıştı.

yüzücü oğlan, bıkkınlıkla içinde ıslak kıyafetler olan çantasında anahtarını aradı. salonuna girdiğinde gözü duvardaki saate çarptı ve yorgunlukla iç geçirdi. çoğu insanın yatma saati gelmişti, o daha yeni sudan çıkabilmiști.

yüzmeyi seviyordu. çünkü bunda iyi olduğunu biliyordu. sadece iyi değildi, çoğu kişiye göre en iyisiydi. çalışmaların zor geldiği ya da yorucu antrenmanından sonra tüm vücudu ağrırken eve yürüdüğü zamanlarda kendine bunu hatırlatıyordu. bu işte en iyisiydi ve bunu ancak çalışarak elinde tutabilirdi.

kendini koltuğa attığında üzerine çöken hisle birlikte gözlerini kapatarak gülümsedi çocuk. içini alışık olduğu huzur kaplarken gülümsemesi iyice yayıldı. her zaman böyleydi çocuk. her zaman böyle gülümserdi çünkü her zaman böyle mutluydu. içsel huzuru bulduğunu düşünüyordu. bu huzurun dengesini ortasında olduğu yolu yürümeye devam ederek sağlıyordu. bir şeyler başardıkça neşeleniyor, neşelendikçe başarma arzusu doruklara ulaşıyordu.

șimdi ise yorgunluktan bedeni uyuşurken, dünyanın en huzurlu insanı gibiydi.

elini eşofmanının cebine atıp telefonunu çıkardı. parlak ekranda yazan saatle yüzünü buruşturdu. güzel sanatlardan barış'la konuşması gerekiyordu ama ekranda yazan saatten dolayı çekindi. parmakları klavyesinin üzerinde kısaca dolaştı ve göndere dokundu.

aesthete// boyxboyHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin