yedi

925 92 85
                                    

estet.

barış sanata ve güzele olan bağını böyle açıklıyor, kendini bu kelimeyle tanımlıyordu.

daha ortaokula giden küçük bir çocukken resim öğretmeni söylemişti. senin gözün bizimkilerden farklı, barış.

güzel olanı seviyordu. güzel olana tutkuyla bağlıydı. estetik güzelliği dürtüsel bir şekilde anlardı. kimsenin bir şeye benzetemediği şeylerden güzel olanı bulup ortaya çıkarabilirdi. bu tanrı'nın vergisiydi, gözünün diğerlerinden farklı gördüğünü düşünürdü.

güzeli kendine meslek edinmişti. bir edward hopper tablosuna saatlerce bakıp iç çekebilirdi. ya da bir düzlükte durup, bulutlara uzanan dağları izlemekten sıkılmazdı. 

güzelliği yüce kabul eder, haliyle diğerlerinden farklı algılardı. doğanın desenlerini, dizilerini, döngülerini, dengesini, simetrisini, vahşiliğini, devinimini, herkesin gördüğü mercekten farklı bir mercekle zihnine yansıtırdı. ve en önemlisi, ellerine bahşedilen hediye sayesinde zihnindekileri kolayca yer yüzüne yansıtabilirdi.

yiğit can kaya ise barış'ı güzel olan her şey gibi heyecanlandırıyordu. ona coşku, tanımlayamadığı birçok duygu veriyordu. oğlan çok güzeldi. güzelliği barış'ı mest ediyor, karnına ağrı girmesine sebep oluyordu. kimsenin çocuktaki bu güzelliği fark etmemesi barış'ı daha da deli ediyordu. 

yiğit can kaya abartılmayı hak eden bir güzellikteydi ve barış, bununla nasıl başa çıkabileceğini bilmiyordu.

tek bildiği bu oğlanın ona devam etme isteği verdiğiydi. uzun zamandır içinde bulunduğu hiçlikten sıyrılmasına yardım ediyordu ve üstelik bunu sadece varlığıyla yapıyordu. barış kendini uzun zamandır ilk defa bir şeyler çizmek için heyecanlanırken bulmuştu. 

yüzücü oğlan yüz yıllardır keşfedilmeyi bekleyen bir sanat eseriydi ve barış kendini bir ilki başaracakmış gibi hissediyordu.

ismini duymasıyla oturduğu yerde irkildi. o ana kadar gülümsediğinin farkında bile değildi. ıslak saçlı oğlanı gördüğünde ayağa kalktı ve beraber yürümeye başladılar. beş-on dakikalık havadan sudan konuşarak geçen yürüyüş sonrasında retro bir kahve dükkanının önüne geldiklerinde oturmaya karar verdiler. dar sokaktaki kaldırıma koyulmuş küçük yuvarlak masalardan birini seçip karşılıklı sandalyelere yerleştiler. birisi siparişlerini almaya gelen kadar uzun çocuk, diğerinin anlattığı sıradan hikayelere güldü.

"ee ressam bey, aklınızdaki fikir neymiş bakalım?"

barış, karşısındaki çocuğun kahvesini yudumlamadan sevimli bir ses tonuyla söylediği şeye güldü. nereden başlayacağını bilmiyordu. 

"tema doğayla insanın etkileşimi zaten biliyorsun."

fincanı elinde tutan çocuk yavaşça kafasını sallarken barış'ın gözü çocuğun istemsizce ısırdığı alt dudağına kaydı. kendini toparlayıp kahvesinden bir yudum aldı ve devam etti.

"aslında uzun zamandır körelmiş haldeyim. aklıma hiçbir şey gelmiyor, tamamen boş bir kağıt var kafamın içinde."

parmağıyla kafasını işaret ederken karşısındaki çocuk hareketine kıkırdadı.

"berk'ın yarışını izlemeye geldiğimde seni gördüm ve... bilmiyorum aklıma bir fikir gelir gibi oldu. tamamen bir düşünce diyemem ama bir seçenek işte."

fincanı eliyle kavrayan yüzücü çocuk gülümseyerek alaycı bir tonda sordu,

"neymiş o düşüncemsi şey?"

"sizi suyun içinde uyumlu bir şekilde görünce düşündüm ki, bilmiyorum."

uzun oğlan, fikrini tekrar düşününce beğenmemişti. oflayarak elindeki fincanı ağzına götürdü. bu sırada can, bir şey demeden uzun oğlana sözcükleri toparlaması için zaman verdi.

"seni suyun içinde resmedebilirim. ya da tam suyun altındaki halini."

yüzücü çocuk başını hafifçe salladı.

"ne kadar vaktin var?"

"üç ay."

oğlan hafifçe oo diye bir ses çıkardı.

"çok varmış daha. birçok şey deneyip en beğendiğini bile seçebilirsin."

uzun oğlan hafifçe gülümseyip başıyla onayladı. çocuğun rahatlığı artık onu da gevşetmeye başlamıştı. yüzücü oğlanın yanındayken eskisi gibi gergin hissetmiyordu. hala biraz kaygılıydı ama kekelemiyor, elleri titremiyordu ve bu büyük bir gelişmeydi.

"peki neden beni seçtin?"

barış soruyla afalladı. yine de belli etmemeye çalıştı.

"yarışmacılar arasında estetik zevkime en uyan kişi sendin." dedi gülerek.

söylediğiyle karşısındaki oğlan da kıkırdadı. 

cevabı tam olarak gerçek sayılmazdı. sadece yarışmacılar arasında değil, genel olarak estetik zevkine en uyan kişi oydu barış için. şimdilik bunu kendine saklaması oğlanı korkutmamak açısından daha sağlıklıydı. 

"onur duydum."

"duymalısın."

gülüşleri bittiğinde yüzücü oğlan yerde duran giysi çantasına eğilip yan gözünden bir şeyler çıkardı. çıkarttığı şeylerin bir sigara paketi ve çakmak olduğunu gören barış, şaşırmadan edemedi.

"yüzücüsün ve sigara mı kullanıyorsun?"

yıpranmış paketin içinden sigarayı çıkarıp dudaklarının arasına sıkıştırdı oğlan. barış birkaç saniye boyunca bu zehrin oğlanın dudaklarında duruşunu nasıl güzel bulduğunu sorguladı. 

yüzücü oğlan, bir süre uzun ince parmaklarıyla çakmağı yakmaya çalıştı. başarılı olamadığını gören uzun oğlan, elini sağ cebine atıp kendi çakmağını çıkardı ve masanın öbür tarafında oturan çocuğa doğru eğilip diğer eliyle siper yapıp sigarasını yaktı. 

yüzücü oğlan o sırada ilk defa diğerinin yüzünü yakından gördüğünden dikkatle inceledi. o sırada uzun olan sandalyesinde geri yaslanıp çakmağı cebine yerleştirdi. alnında ter biriktiğini hissetti. 

"düzenli olarak kullanmıyorum. stresli bir gün geçirirsem üzerine içiyorum o kadar."

barış anladığını belli edercesine kafasını salladı. 

oğlanın zarif parmaklarının arasına sigarayı yakıştıramadı. dolgun dudaklarının arasından çıkan dumanı beğenmedi. can'a zarar veriyordu ve bu barış'ın hoşuna gitmedi. 

yine sessizleşen ortamda uzun oğlan, geçen akşam yatmadan önce aklına gelen fikri düşündü ve anlık bir dürtüyle çocuğun gözlerine baktı. o da hissetmiş olacak ki gözlerini yerden kaldırıp uzun oğlanın mavilerine kilitledi.

"bir fikrim daha var."

aesthete// boyxboyHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin