altı

935 101 61
                                    

uzun oğlan acıyan parmağının üzerine üflemeye başlarken aynı zamanda ayağını salıyordu.

heyecanlı ve gergindi. en çok da endişeliydi.

dün telefonda yüzücü çocukla konuşmasının ardından haftalar sonra güzel bir uyku çekmişti. o kadar güzel bir uykuydu ki bu, kalktığında çoktan öğlen olmuştu ve derslerinin çoğunu kaçırmıştı. sonradan da birkaç ders için okula gitmenin gereksiz olacağını düşünüp duşa girmiş, ardından güzel bir kahvaltı hazırlayıp tıkabasa doymuştu.

tüm işlerini halledip saate baktığında buluşmaya hala üç saatten fazla olduğunu görüp sıkıntıyla iç çekmişti. evin içinde dönüp dolaşarak geçen dakikalar sonrasında telefonu çalmış, arkadaşları tarafından okulunun yakınlarındaki bir kafeye davet edilmişti. normalde olsa kulak asmayacağı bu teklifi, zaman öldürmek için kabul etmişti.

buluşma yerine vardığında o kadar stresli değildi. zaman geçtikçe ve yüzücü oğlanla buluşma vakti yaklaştıkça endişesi ve kaygıları hızla artmaya başlamıştı. sadece birkaç saat içinde üç kahve içmiş, bir pakete yakın sigara bitirmişti. gözü saatte olduğu için konuşulanlara odaklanamıyor ve sohbete dahil olamıyordu. buluşmaya bir saat kala geç kalma korkusuna daha fazla dayanamayıp arkadaşlarından ayrılmış ve okula doğru yol almıştı. 

on beş dakika içinde vardığı binada ne yapacağını bilemeden turlamaya başladı uzun oğlan. saatini her iki dakikada bir kontrol ediyor, yelkovana ilerlemediği için küfürler savuruyordu. on dakika sonra dayanamadı ve yüzme salonuna gitmeye karar verdi. can'ın orada olduğunu ve antrenman yaptığını biliyordu. yol boyunca fark edilmeden izleyici koltuklarına oturup onu gözlemlemeyi planlamıştı.

salona vardığında kapının önünde durup derince bir nefes aldı ve saatini kontrol etti. 19.04. yirmi altı dakikası vardı ve bunu iyi değerlendirmeliydi.

son bir nefes alıp tüm bilek gücünü kullanarak ağır kapıyı ittirerek içeri girdi. bakışlarını yerden kaldırmadan hızlı adımlarla seyirci koltuklarına yöneldi. yüksekte kalan arka sıralardan birine kendini attığında kafasını kaldırma cesaretini gösterdi.

can, havuzun ortalarında sert kulaçlar atıyor, kafası arada bir suyun üzerine çıkıyor, derin nefesler sonrasında yine suya gömülüyordu. havuzun başında ise ayakta dikilen bir adam duruyordu. elinde kronometre olarak tahmin ettiği bir şey tutuyordu. adam bir kronometreye, bir de can'a bakıyor; daha hızlı olmasıyla alakalı bir şeyler söylüyordu. 

can havuzun diğer ucuna ulaştığında havuzun kenarına değip, aynı hızda, antrenörün bulunduğu havuzun başlangıç kısmına yüzmeye başladı bu sefer. 

"daha hızlı olmalısın!"

yüzücü çocuk, adamın her sözüyle bir kulaç daha atıyordu. o kadar hızlıydı ki, barış karada bile daha yavaş koştuğunu düşündü. 

can, son bir kulaç daha atıp havuzun başlangıcına ulaştığında kafasını sudan çıkarıp dirseklerini havuzun mermerine dayadı. bir eliyle dayanmayı sürdürüp, diğeriyle gözlüğünü sıyırdı. nefesleri, kalbinin atışıyla doğru orantılı olarak sıktı. ne kadar soluklanırsa soluklansın, ciğerleri yeterince hava alamıyor gibiydi.

antrenör, yere çömelip havuzun içindeki çocuğa baktı,

"niye odaklanamıyorsun? bu skor çok kötü. sana hiç yakışmadı."

seyirci koltuklarında oturan çocuk, adamın söylediklerine şaşırdı. izlediğine göre, yüzücü oğlan gerçekten çok hızlıydı. havuzun sonuna gidip geri dönmesi barış'a bir saniye içinde yaşanmış gibi gelmişti. gözlerini havuzda soluklanan çocuğa çevirdi. duyduğu cümlelerden sonra morali bozulmuşa benzemiyordu. aksine suyun üzerinde kıvrılarak mermerlere dayanışı, ona ayrı bir özgüven katıyordu. her zaman ne yaptığını biliyor gibiydi. şimdi ise antrenörün söyledikleri onu yıkmak yerine kamçılamış gibi görünüyordu. 

barış'ın yaptığı gözlem doğruydu. 

"kafanda bir şey mi var anlamıyorum ki. böyle gidersen bir bok olmaz yiğit."

koçu, kafasında bir şey olduğunda yavaş kaldığını biliyordu. yüzücü çocuk da odak problemlerinin olduğunun farkındaydı. dikkati çabuk dağılıyordu ve dağılınca tekrar toparlanması uzun zaman alıyordu. konsantrasyonunu bozmamak için elinden ne geliyorsa yapıyordu. bunun için çok fazla fedakarlık yapıyordu ve bu fedakarlıklar onun klasik üniversiteli bir gençten farklı bir hayat sürmesine neden oluyordu. bir günlük rutini vardı ve asla bunun dışına çıkmıyordu. eğlenmek için çok fazla dışarı çıkmıyordu. hatta kafasına takacağı şeyler yapmamak için alkol almıyordu, alırsa da kararında içiyordu. gününün büyük çoğunluğunu çalışmaya ayırıyordu. kafası sanki sürekli suyun altında gibiydi. kaosu seven ve sürekli problem çıkartan kişilerle arkadaşlık kurmuyor, drama içinde yaşayan kişilerden uzak duruyordu. 

"bir şey yok koç. günümde değilim galiba."

gerçekten de bir şey yoktu. yüzücü çocuk koçun sözlerinden sonra bir şey olmadığını bildiği halde kendini yoklama ihtiyacı duymuştu ama kafasında hiçbir şey yoktu.

antrenör oflayarak çömeldiği zeminden yavaşça kalkıp çıkışa yürümeye başladı. yürürken arkasındaki çocukla bağırarak konuşuyordu,

"bugünlük bu kadar yeter. eve git de dinlen biraz."

yüzücü çocuk da sıkıntıyla nefes vererek kollarını dayadığı zemine ellerini bastırarak vücudunu suyun üzerinde kaldırdı. önce bir dizini, sonra da diğerini mermerin üzerine koyup ayağa kalkarak kenardaki pet şişeye uzandı.

uzun olan, diğerinin yaptığı her hareketi hayranlıkla izliyordu. sudan çıkarken dayadığı ellerini, vücudunu suyun dışına iterken kalınlaşan kollarını, gerilen vücudunu, su damlalarının parlattığı tenini, adım atarken uyumla hareket eden çıplak bacaklarını, şişeyi kavrayan parmaklarını, farkında olmadan savurduğu saçlarını, saç tellerinden düşüp göğsüne tutunan su damlalarını, şişeyi kafasına dikerken gerilen vücuduyla daha da inceleşen belini, her şeyi beynine kazımıştı.

barış kendine gelip yerinden kalktı. havuzun kenarında durarak su içen çocuk ancak o zaman uzan olanın da salonda olduğunu fark edebildi. şişeyi ağzından çekip, ona doğru gelen çocuğa gülümsedi.

"sen ne ara geldin buraya?"

kıkırtısı eşliğinde sorduğu soru, barış'ın kulağından girip tüm vücudunu gıdıkladı ve tüylerinin diken diken olmasına sebep oldu. ıslak görüntüsüyle tezatlık oluşturan bir sesti ve bu barış'ın hoşuna gitmişti.

"işim yoktu, erken gelip izleyeyim dedim. çok iyiydin."

"çok iyi yapmışsın. hem işim erken bitti gördüğün gibi." dedi kıkırdayarak.

uzun oğlan da kendini diğerinin gülüşüne istemsizce eşlik ederken ve oğlanın her yerini büyük bir dikkatle incelerken buldu.

"ne yapıyoruz o zaman?" 

barış, soruyu sorarken terleyen avuç içlerini pantolonunun üzerine sildi. gergindi ama belli etmemek için elinden geleni yapıyordu.

can, hızla etrafına bakınıp kenarda asılı duran havlusunu alıp beline sararken konuşmaya başladı,

"hemen beş dakika içinde duş almama izin ver, sonra tamamen boşum. bireysel antrenmanı da kendi kendime iptal ettim az önce."

çocuk kurduğu son cümleye kıkırdarken diğeri de onun bu haline kıkırdadı. 

"tamam, acele etme. ben bekliyorum."

"teşekkürler!"

yüzücü çocuk son e harfini uzatarak ettiği teşekkürle karşısındaki çocuğu yine kıkırdatmıştı. koşar adımlarla soyunma odasına giderken arkasında koşuşunu aptal bir sırıtışla izleyen hayran bir çocuk bırakmıştı.

.
profilimdeki diğer boyxboy ficlerine göz atabilirsiniz🦋
.

aesthete// boyxboyHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin