on altı

787 83 59
                                    

kapı çaldığında barış terleyen avuçlarını eşofmanına silip son kez saçlarıyla oynadı.

"geldim!" diye bağırdı aynayla vedalaşırken.

can ise kapının ardında gergince elindeki siyah poşetle oynuyor, durduğu yerde bir sağa bir sola sallanıyordu.

uzun oğlan nihayet kapının önüne geldiğinde durdu ve derin bir nefes aldı. son kez kapının yanındaki boy aynasından görüntüsünde bir sıkıntı olmadığı kanaatine varınca kapıyı açtı.

karşısında gördüğü güzel, fazlasıyla güzel oğlanla birlikte tüm gerginliğinin bir anda uçup gittiğini hissetti. yüzüne kocaman bir gülümseme yayılırken, karşısında can da ona aynı şekilde gülümsüyordu.

barış'ın gözleri birkaç saniyeliğine, karşısındaki bedende baştan aşağı dolaştı. daha sonra kendini toparlayıp kapıda kenara kaydı ve bir eliyle içeriyi işaret etti.

"hoşgeldin."

can, az önce dikkatlice süzüldüğünü fark etmişti bundan dolayı utanmadan edemedi. içindeki endişeli ses yeterince iyi olup olmadığını sorgulamaya devam ediyordu.

"hoșbuldum."

kapıdan içeri adımlayıp elindeki poşeti girişin hemen yanına nazikçe yere bıraktı, uzun ve zayıf çocuğu kucakladı.

barış bedenine dolanan kollarla göz kapaklarının kapanmasına engel olamadı. özlediği oğlanı sıkıca sardı ve kafasını onun boynuna gömdü. fark ettirmeden koklamayı da unutmadı.

can'ın kafası, ancak diğerinin omzuna geldiğinden parmak ucunda kalkıp boynuna gömüldü. kendi boynunda hissettiği sıcak nefesle birlikte garip hisler vücuduna doldu yüzücü oğlanın.

nihayet ayrıldıklarında bu kucaklaşmanın normalden çok daha uzun sürdüğünün ikisi de farkında değillerdi.

barış yere eğilip, diğerinin bıraktığı poşeti aldı ve eliyle kenarda çekingen bir şekilde dikilen oğlana salonu işaret etti.

"istersen salona geçebilirsin, ben mutfakta içecekleri ayarlayayım."

can, gergin bir şekilde gülümseyip kafasıyla onayladığını belirten bir işaret yaptı ve minik adımlarla çocuğun gösterdiği odaya geçti.

oda, can'ın düşündüğünün aksine oldukça renkliydi. ressam oğlan ne kadar renksiz giyiniyorsa, oda tam aksine cıvıl cıvıldı.

mavi renkli, oldukça rahat duran koltuklara yeşil yastıklar eşlik ediyordu. bu detayı görünce gülümsemesini tutamadı.

birkaç adım atarak kitaplığın önüne geldi can. alanı gereği, çizim ve resim ile ilgili bir sürü kitap vardı. romanlar ise genellikle rus edebiyatından, can'ın en sevmediğindendi.

o sırada barış elinde bir tabak, iki kadeh ve koltuk altındaki şarap şişesiyle odaya girdi.

"salonda mı oturmak istersin, balkonda mı?"

can, oğlan konuşurken onun yanına gidip yardım amaçlı elindeki kadehleri aldı.

"balkon güzel olabilir."

barış, yüzücü oğlana gülümsedi ve minik balkonuna doğru adımladı. diğeri de gülümsemesini saklamak için yanağının içini ısırarak onu takip etti.

can, balkona çıktığında manzaradan etkilenmeden edemedi. on ikinci katta oturan oğlanın evinden, istanbul'un tüm o kalabalıklığı görülüyordu. etrafta bu kadar yüksek fazla bina olmadığından evin önü açıklıktı.

"umarım yükseklik korkun yoktur." dedi barış tabağı küçük ve alçak kare masaya yerleştirirken.

can, balkon korkuluklarına dayanarak aşağı baktığında kalbinin daha hızlı attığını hissedebiliyordu.

"yoktu ama sanırım artık var."

aceleyle korkuluklardan uzaklaşıp kenardaki sandalyeye otururken barış'ın kıkırdamasını duydu.

balkon ancak minik bir masa ve iki sandalyenin sığabileceği büyüklükteydi. ama barış burayı öyle tatlı bir hale getirmiști ki klostrofobisini bile hissetmiyordu.

uzun oğlan elindeki şarap şişesini açarak uzun kadehlere doldurdu, can da kendini oğlanın bir işle meşgul olurken istemsizce aralanan dudaklarını izlerken buldu.

"kitaplığındaki kitapları okudun mu?"

can kadehe uzanırken istemsizce kıpırdandığından, bacağı barış'ın bacağına değdi. kadehi eline alıp sandalyesine geri yaslandığında bacağını oradan çekmedi. barış ise bu temas ile tüylerinin dikleștiğini hissetti.

"hepsini okumaya fırsatım olmadı henüz ama çoğunu okudum,"

can dudaklarını ilginç, dercesine büzdü ve kadehinden bir yudum daha aldı. barış cevap gelmeyeceğini anlayınca soru yöneltti.

"neden sordun?"

"sanırım kitap zevkimiz pek uyuşmuyor."

can'ın kıkırdayarak söylediği cümle sonrası biraz kıpırdayan bacağı barıș'ın derin bir nefes almasına neden oldu. uzun oğlan yarım bir gülümsemeyle meydan okurcasına sandalyesinde iyice geriye kaydı ve sadece ufacık temas eden bacağının büyük bir kısmını, diğerinin bacağına yasladı.

"nasıl yani, gogol'u sevmiyor musun şimdi? ya da anton çehov'u?"

can kadehinden bir yudum alıp kafasını kendi omzuna yaslayarak barış'a baktı. uzun oğlan bu görüntüyü tatlı buldu.

"bilmiyorum, bana çok... kelimeyi unuttum."

can kaşlarını çatarak ve gözlerini masaya dikerek söyleyeceği kelimeyi düşündü.

barış bu sırada oğlanın mimiklerini izlerken dirseğini sandalyeye koyup başını eline yasladığının farkında değildi.

"kasvetli mi?"

"kasvetli! evet, kasvetli geliyor."

barış, oğlanın bu mimiklerini izlerken mest olduğunu biliyordu. bu oğlanlayken gülümsemediği bir saniyesi bile yoktu zaten.

can, karşısında oturup kendini izleyen oğlanı fark edince yanaklarının yandığını hissetti. utanarak gülümsedi ve lafına devam etmeden önce bacaklarındaki teması kesip bacaklarını kendine çekti.

"birkaç kez rus yazarların romanlarını alma gibi bir hataya düştüm. kendimi ne kadar zorlasam da hiçbirini tam olarak bitiremedim. rusya'nın o anlatılan kasvetinden nefret ediyorum."

barış kesilen temas sonrası utanıp bacaklarını kendine çekip oturduğu sandalyede diklești.

"fazla depresif gözükmek istemem ama benim de hoşuma giden kısım tam olarak orası sanırım. kitabı okurken sıkıntıyı tamamen hissedebiliyorum."

can masadaki tabağa uzanıp çileklerden birini aldı. yaprak kısmından tuttuğu meyveyi ağzına sokup dibinden ısırdı ve yapraklı kısmını tabağın kenarına bıraktı. barış, oğlanı izlerken kendini kaybetmemek için büyük bir çaba sarf etmek zorunda kaldı.

"rusların sıcak denizlere inmek istemelerine şaşırmamalı o zaman."

barış, oğlanın söylediği şeye gülerken aynı zamanda içinde bazı şeyleri açıklığa kavuşturuyordu.

aesthete// boyxboyHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin