on iki

834 85 53
                                    

barış, oflayarak telefon ekranını bir kez daha kontrol etti. mesajına bir yanıt gelmediğini görünce uygulamaya girdi ve oğlanla olan sohbetini açtı. son attığı mesajın yanında görüldüğünü belli eden iki mavi tiki görünce midesine bir kramp girdiğini hissetti. neden cevap vermiyor, diye sorguladı kendi içinde. bir süre oğlanın çevrimiçi oluşunu izledi. ekranda son görülmesi gözüktüğünde midesindeki kramp giderek tüm karın bölgesine yayıldı. parmakları beyninden habersiz klavyenin üzerinde dolaştı.

(00.38) bir sorun mu var? : barış y.

uygulama ekranından çıkmadan koltukta diklești ve diğerinin çevrimiçi olup olmadığını kontrol etti. sıkıntıyla derinden kemirdiği tırnağı acımaya başlayınca elini ağzından çekip üzerine üflemeye başladı.

saatler gibi geçen dakikalar sonrasında oğlanın isminin altındaki son görülme tarihi, yerini çevrimiçi yazısına bırakınca heyecanla doğruldu. yazıyor ibaresi çıkınca acıyan eli çoktan ağzını bulmuștu.

y. can kaya : yorgunum sonra konuşalım mı (00.53)

barış, okuduğu mesajla donup kaldı. kalbi, adrenalin hormonu sebebiyle göğüs kafesini parçalayacakmıș gibi atıyordu. bir şeyler doğru değildi. bir şey olmuştu. acıyan elini iyice kemirmeye başladı. elindeki sızıyı neredeyse hissetmiyordu.

yüzme dersi için buluşmalarının ardından iki gün geçmişti. barış bu iki günde iki defa buluşmak için oğlana mesaj atmıştı. aldığı yanıtlar fazlasıyla soğuk ve bahanelerle dolu red mesajlarıydı. her gece sabaha kadar iletişim kurmalarına rağmen bu iki günlük süreçte birkaç mesajın ötesine geçmemișlerdi ki bu bile barış'ın insanüstü çabasıyla olmuştu. hafta sonuna denk geldiği için oğlan, diğerinin antrenmanını izlemeye de gidememiști.

bu süreç -yaklaşık elli dört saat etmesine rağmen barış için boş geçen asırlar gibi gelmişti- barış'ı mental olarak fazlasıyla yıpratmıștı. gece uyumuyordu. yapacak bir şey bulamadığından evin içinde bir oraya bir buraya dolaşıyordu. günün çeyreğini ise yüzücü oğlanın sosyal medya hesaplarında geçirmiști.

ne olduğunu anlamlandıramıyordu. aklına gelen tek ihtimal, can'ın ona olan tavırlarını yanlış anlamasıydı. belki de oğlan şu an barıș'ın ondan hoşlandığını düşünüp araya mesafe koymaya karar vermişti.

kafasına dolan düşüncelerle yüzünü buruşturup damağını sertçe dişledi uzun oğlan. iki gündür bu toksik düşünceler beynini sardığında aynı hareketi yaptığından ağzının içi yara olmuştu.

(00.56) sen bilirsin : barış y.

birkaç dakika boyunca gözlerini ekrana dikip oğlanın cevap vermesini bekledi. on dakika içinde oğlan üç kere çevrimiçi olup barış'ın mesajını görmedi.

barış, telefonu sertçe koltuğun önündeki orta sehpaya fırlattı. vücudunu koltuğa attı ve başını yastığa yasladı. derin bir nefes alıp gözlerini kapattı.

belki de bir şey yoktur, diye düşündü. belki de normal davranıyordur. sonra aklına bu ihtimalin daha kötü olduğu geldi. eğer bir şey yoksa ve bu normal haliyse, oğlan barış'ı umursamıyor demekti. bu ihtimalle barış'ın krampları daha da arttı. hafta sonu boyunca midesine kahve dışında giren tek şeyin çürümeye yüz tutmuş iki elma olması da midesindeki krampları tetikliyor olmalıydı.

gayet normal, diye düşündü. beni umursamaması gayet normal ben onun hayatında kimim ki?

kafasının içine dolan can yakıcı düşünceler acı da olsa barış'a fazlasıyla mantıklı gelmeye başlamıştı. alt tarafı kısa bir süre boyunca bir proje amacıyla buluşan iki insanlardı. ekstra bir şey paylaşmamıșlar, hayatlarıyla alakalı derin sohbetler etmemişler, başka biriyle yapmadıkları herhangi bir şeyi yapmamışlardı. ikisinin arasındaki şey özel değildi. barış gözlerinin yavaşça dolduğunu hissetti, nedenini ise midesinde duyduğu acıya bağladı.

kafasındaki asıl soru ise niye kendisinin böyle düşünmediğiydi. neden herhangi bir arkadaşı gibi davranamıyordu çocuğa? neden rahat olamıyordu, etrafında geriliyordu? en ufak bir temasında heyecanlanmasının, dudaklarından dökülen basit bir iltifatta gülümsemesini tutamamasının sebebi neydi?

içten içe onun yanındayken kişiliğini gizlemeye, renk vermemeye çalışıyordu. sanki oğlan onu tanısa ondan soğuyacak, gerçek barıș'tan tiksinecek gibi hissediyordu. kendiyle alakalı hiçbir şey söylememeye çalışıyordu oğlana. kaçmasını istemiyordu. oğlanı kaybetmek istemiyordu.

düşündüğü şey kalbinin sıkıșmasına neden oldu. onu hiçbir zaman kazanmadım, kaybedemem. sadece birkaç gününü birlikte geçirdiği herhangi birinden ibaretim.

barış gece boyunca gözlerinden yaşlar akarken kötü düşüncelerin zihnini sarmasına izin verdi. düşündükçe daha çok üzüldü, düşündükçe kendinden daha da tiksindi.

gün doğarken şişen gözlerinin artık dayanamaması sonucu uykuya daldı. sabah çalan alarmını susturup uykusuna devam etti.

gün batmaya başlarken telefonunun zil sesiyle uykusundan uyandı. gözlerindeki yaşların kurumasından dolayı olușan çapaklar görüşünü engelliyordu. koltukta uyuduğundan her yeri ağrıyordu, bu yüzden yerinde doğrulmakta güçlük çekti.

o kalkana kadar telefon susmuștu. yavaşça koltukta oturur pozisyona geçip gözlerini ovdu. nihayet bulanık da olsa görüşünü düzelttiğinde bir süre boş zihniyle halıyı izledi. telefonunun sesi tekrar çaldığında elini uzattı ve ekranda arkadaşının ismini görmesiyle hafifçe gülümsedi.

"alo."

"alo barış'ım nerdesin?"

"evdeyim ya uyanamamıșım berk."

"e kalktıysan gel yanımıza, bizimkilerle oturuyoruz."

barış gözlerini kısarak saati öğrenme amacıyla koluna baktı ama saatini takmadığını fark etti. tam o sırada ağzından derin bir esneme kaçtı.

"ohoo, sen uyuyorsun hala. çabuk kalk bak beni getirtme oraya!"

barış, arkadaşının bu heyecanına gülümsemeden edemedi.

"tamam tamam, geliyorum yarım saate."

hattın diğer ucundaki çocuk da kısaca güldü.

"hadi bakalım aslanım benim bekliyoruz seni."

kısaca veda edip telefonu kapattılar. barış saatler önce telefonuna gelen mesajın bildirimine dokundu.

y. can kaya: yemek yemeyi unutma (05.06)

aesthete// boyxboyHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin