Multimedya'da Damla var. Yorumlarınızı ve oylarınızı eksik etmeyin lütfen :)
Sabah alarmımı bilmem kaçıncı kez erteledikten sonra sıcacık davetkar yatağımdan çıkıp ayaklarımı sürterek banyoya doğru yol aldım. İşlerimi halletikten sonra ceketimi ve çantamı alarak aşağı indim. Babam her zamanki yerinde oturmuş kahvesini içiyordu. Bende çantamı portmantoya bırakarak geçip yanına oturdum. Gözünün ucuyla beni süzdükten sonra boğazını temizledi ve konuştu.
"Okula gitmezsin diye düşünmüştüm. Raporun var biliyorsun de mi?" Biliyordum ama kendimi gayet iyi hissediyordum. Baş dönmem veya bulantım yoktu. Yapılan iğneler kendimi toparlamama yardımcı olmuştu.
"Biliyorum ama kendimi iyi hissediyorum belki okula gitmek iyi gelebilir yeni arkadaşlar edindim onlarla takılmak belki keyfimi yerine getirebilir," dedim Saliha Sultan'ın hazırladığı müthiş kahvaltıya bakarken. Babam benden böyle bir cümle beklemiyor olmalıydıki afalladı ve şaşkınlıkla bana baktı. Onun bu haline ne kadar gülmek istesemde çatalımı alarak kahvaltı etmeye başladım. Her zaman kavga ederdik ve bu kavga etmeden ilk konuşmamızdı. Dün bana olanlardan dolayı çok perişan olmuştu, üzüldüğünü biliyorumdum. Hayır onu affetmedim ama alttan alırsam belki ikimiz içinde her şey kolaylaşabilirdi.
"Tabi tabi iyi gelecektir sana. İstersen onları buraya da çağırabilirsin," diyerek sehpanın üstündeki gazeteyi alarak okumaya başladı.
Bende her şeyi bir kenara bırakarak bu müthiş kahvaltıyı etmeye devam ettim. Portakal suyumu içerek ekmeğime reçel sürdüm ve iştahla yedim. Ben kahvaltımı ederken göz ucuyla babama baktığımda beni izlediğini farkettim. Ne oldu dercesine başımı salladığımda bir şey yok dercesine omzunu silkti.
"Senin iyi olduğunu görmek çok güzel kızım," diyerek cebinde çalmaya başlayan telefonunu alarak odasına çıktı. Bende kahvaltımı bitirerek çantamı aldım. Çıkmadan Saliha Sultan'a seslendim.
"Saliha Sultan ben çıkıyorum."
"Poyraz Bey bırakacaktı seni," dedi masayı toplamaya başlarken.
"Gerek yok ben taksiyle giderim," diyerek cevap vermesini beklemeden kendimi dışarı attım. Bir taksi durdurarak bindim ve kulaklığımı takarak yolu izlemeye başladım. Aslinda okul o kadarda uzak değildi yürüyebilirdim ama bu aralar kendime dikkat etsem iyi olacaktı.
Okula geldiğimde parayı ödeyerek taksiden indim ve yürümeye başladım. Saate baktığımda zilin çalmasına daha 10 dakika vardı. Trafik olmadığı için erken gelmiştim.
Sınıfa çıktığımda adını bilmediğim birkaç kişiden başka kimse yoktu. Damla ve Miray'ın çantaları vardı ama kendileri ortalıkta görünmüyordu. Bende yanımda getirdiğim fazla kitaplarımı dolabıma koyarak cüzdanımı aldım ve kantine indim. Bir kahve içsem iyi olacaktı. Merdivenleri ikişer üçer inerek kantine geldiğimde Çağlar'ın da duvara yaslanmış kahve içtiğini gördüm. Küçük adımlarla ona doğru ilerledim tam kantin penceresinin yanında duruyordu ve bir şey almak için tam dibinde durmam gerekiyordu. Beni gördüğü halde geri çekilmedi. Bende geri dönüp gitmek yerine inat edip yanına geldim ve şekersiz kahve isteyerek beklemeye başladım. Kollarımı birbirine kenetleyerek Çağlar'ın varlığını ve o kendine has kokusunu unutmak için yerdeki fayansı incelemeye başladım. Bu kantin kac metre kare acaba? Geldiğim okulda kantin ve yemekhaneyi toplasan buranın dörtte biri etmez bile. Yerlerde genellikle siyah ve gri renk hakimdi. Buda benim burayı sevmemdeki bir diğer neden.
Ben saçma sapan düşüncelerle cebelleşirken Çağlar'ın garip diye mırıldandığını duydum. Kime söylediğine bakmak için kantini incelediğimde kimsenin olmadığını gördüm. Bana söylediğine emin olduğum zaman kafamı kaldırarak ona baktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Siyah Kadar
Teen FictionDenizin dalgaları gibiydi tutunduğumuz umutlar. Bir geliyor, bir gidiyor. Kaybettiğimiz umudu bize geri vermek istercesine kayalara çarpıyordu dalgalar. Sanki gelirken getirdiği umutları giderken götürmeyecekmiş gibi. Kafamı ona çevirdim ve o derin...