Multi'de Çağlar var...
Pazar günlerinden neden nefret ettiğimi hala çözememiştim. Pazar sabahları tam bir zombi gibi uyanıyordum ve aynada kendime bakmadan direk lavaboya gidiyordum. Bedenim hiç dinlenmemiş gibi yerlerde sürünüyordu. Fakat bu sabah öyle olmamıştı. Odama vuran güneş ışığıyla uyanmadım. Aksine aşık olduğum o yağmurun sesiyle uyandım. Camı döven damlalar bugün benim günüm olduğunu söylüyordu. Bugün dışarı çıkıp dolaşabilirdim. Saçlarımla rüzgara meydan okuyabilirdim. Yağmurun altında sırılsıklam olabilirdim.
Yataktan kalktım ve pencerenin önüne geçerek camı açtım. Dışarıdaki o muazzam kokuyu içime derince çektim ve aptal gibi sırıttım. Sonra hızla işlerimi halledip üstümü değiştirdim ve aşağı indim. Bugün babam evde olacaktı ama acil bir toplantısı çıktığı için dün akşam Konya'ya uçmak zorunda kalmıştı. Hafize sultanda izinli olduğu için bütün gün ev benimdi.
Mutfağa gittim ve kendime krep yaparak üzerine reçel, çikolata sürdüm. Oturup bir güzel afiyetle yedikten sonra salona geçip geniş ve rahat koltuğa yayıldım. Her zaman sevdiğim şeyi yapıp ayaklarımı sehpaya uzattım. Şimdi annem olsa büyük ihtimal kızardı. Sehpaya yemek konuluyor ayak uzatılmaz diyerek beni delirtirdi. Ellerimi karnımın üzerinde birleştirdim ve kafamı geri koltuğun başına yaslayarak tavana baktım uzun bir süre. Aklıma gelen şeyle gülümsedim. Hızla odama çıktım ve üzarime siyah taytımla salaş bir kazak geçirdim. Uzun puf montumuda alarak aşağı indim. Çok hoşlanmasamda ısıttığı için ayağıma ugg botlarımı geçirdim ve dışarı çıktım.
Yağmur çok şiddetli yağmıyordu. Hafif bir inişi vardı. Ellerimi ceplerime sokarak caddeye doğru yol aldım. Dükkanların önünden geçerken aradığım şeyi bulabileceğimden şüphe etmeye başlamıştım . Oflayıp pufladığım sırada gözüme takılan dükkanla hemen oraya koşturdum.
İçerisi eski tarz döşenmişti. Bir bölümde eskiden kalma ciltli kitaplar vardı. Diğer bölümlerde ise, ımm ne istersen var gibiydi. Raflara ilerleyeceğim sırada yan taraftan çıkan kadını gördüğümde afalladım. Kadın bana samimi bir gülümsemeyle bakıyordu.
"Buyur kızım, nasıl yardım edebilirim ?" Yaşlı, saçlarının arasında hala birkaç tel siyah bulunan teyzenin sorusu karşısında ne diyeceğimi düşündüm. Çünkü alacağım şeyin adını bildiğim söylenemezdi.
"Şey , ben..." dedim. Teyze gülümsedi.
"Gel birlikte bakalım istersen." Kafamı salladım ve peşinden gittim. Rafların arasından geçerken aradığım şeyi bulamayacağımı düşünmeye başladım.
"Bulabildinmi kızım?"
"Hayır. Şey, ben böyle fosforlu yıldızlar olurya işte onlardan arıyorum. Yapışkanlı olanlardan."
Tarif etme şeklime küfürler ederken, teyze yine içten bir gülümsemeyle gel işareti yaparak bir yere doğru ilerlemeye başladı.
Aradığım şeyi bulduğumda yüzümde oluşan gülümseme yaşlı teyzeyi daha da gülümsetmişti. Dışardan bakılınca küçük bir kız gibi göründüğüme emindim. Kasaya gidip ödeme yapacağım sırada, birden beliriveren yaşlı amca ödümü koparmıştı. Elimdekileri kasaya koyarken yaşlı teyzede gelmişti. Kasadaki yaşlı adam gülümseyerek yanına geçti.
"Hanım bunlar hangileri?" diye sordu fosforlu yıldızları göstererek. Hanım demişti. Demekki eşiydi. Eşine hitap etme şekli gülümsememe neden olmuştu.
"Arka taraftakilerden. Beyaz fosforlu olanlardan." dedi teyze. Adam fiyatı hesapladı ve yıldızları poşete koyu. Her boyutundan bir kaç tane almıştım.
"21,80" dedi amca. Kredi kartını ona uzattım. Yanımda o kadar nakit yoktu.
Dükkandan çıktığımda Starbucks'a uğrayarak sütlü kahve aldım ve kulaklıklarımı takarak sahile doğru yürümeye başladım. İzmir'in denizini seviyordum. O kadar sakindiki, insan baktıkça nötrleşiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Siyah Kadar
Teen FictionDenizin dalgaları gibiydi tutunduğumuz umutlar. Bir geliyor, bir gidiyor. Kaybettiğimiz umudu bize geri vermek istercesine kayalara çarpıyordu dalgalar. Sanki gelirken getirdiği umutları giderken götürmeyecekmiş gibi. Kafamı ona çevirdim ve o derin...