*Decima Sol de Iustitia | Adaletin Onuncu Güneş'i*
*Taeyang*
"Odamızda?!"
"Evet odamızda..." Sesi ılık bir yaz esintisi* gibi sakinleştiriciydi. Konuşması acelesizdi. Kelimeleri başka anlamlar yüklenmiş gibi derin çıkıyordu dudaklarının arasından. Kolları hâlâ belime sarılıydı. Sanki kokumu her bir hücresine hapsetmek ister gibi boynuma gömmüştü burnunu. Ara sıra kafasını hafifçe oynatıp minik öpücükler bırakıyordu. Bense sadece onu dinliyordum. "Sana bir açıklama yapmak istiyorum. Belki her şeyi açıklayamasa da o yakıcı güneşin altında yaşamak yerine neden benim yanımda bu boğucu karanlığı aydınlatmanı istediğimi açıklamak istiyorum. Benimle gel, lütfen."
Sözlerini bitirdiğinde tamamen sakinleşmemiş olsam da sesinin, hareketlerinin üzerimdeki etkisini inkar edemezdim. Bu sefer onu olabildiğince sakin bir şekilde dinlemeye ve anlattıklarını anlamaya çalışmaya karar vermiştim. Yavaşça başımı sallamıştım. Kolları belimden ayrılmasına rağmen eli çok geçmeden elimi bulmuştu, bunu yapmasına izin vermiştim. Sarıldığında kollarının arasında kaldığım gibi. Çünkü yorulmuştum direnmekten ve tutuşunun sıkılığı asla bırakmayacakmış gibi güven vericiydi. Yürümeye başlamadan önce dönüp bana bakmıştı. Boştaki elini kaldırıp çenemi tutmuştu. Bense sadece gözlerine bakmıştım. Boynumda, yanağımda, dudağımda gezdirmişti parmaklarını, dudağıma gelince duraksamıştı aniden, ne düşündüğünü anlamak için güçlerimi kullanmaya gerek yoktu. Bu güzel, kısa ama sonsuz anımızı yine öpüşmeyle sonlanmadan bitirmek adına Hwiyoung'un elini sıkmış ve hafifçe çekiştirmiştim. Yine de hâlâ sakinleşmiş sayılmazdım ve dinlemek üzere olduğum bir açıklama vardı. Koridorda ilerlerken hemen burada öpüşsek ne olurdu diye düşünmeye başlamıştım. Ama şimdiye dek hiçbir öpüşmemiz iyi sonlanmamıştı. Ya öncesinde ya da sonrasında mutlaka kötü şeyler olmuştu. Artık daha fazla kötü şeyin olmasını istemiyordum.
"Odasının" kapısının açılmasıyla o tanıdık yeşil çay kokusu dolmuştu ciğerlerime. Rahatlatıcı, huzurlu, sakin... Geniş yatağın ucuna oturmuştum, Hwiyoung da yanıma oturmuştu. Zaman kazanmak ve kendimi hazırlamak için oturduğum yerde odayı inceliyordum. Daha önce de gelmiştim ama o zaman kendimde bile değildim. Oda benim kaldığım odanın neredeyse iki katı genişliğindeydi. Kapının karşısında birkaç küçük tablo asılıydı. O kadar canlı gözüküyorlardı ki içlerinde birilerinin yaşadığını düşünebilirdiniz. Kapının sağ tarafında kalan yerde 3 kişinin rahatlıkla uyuyabileceği geniş bir yatak ve iki komodin vardı. Yatağın sağ tarafında nerdeyse iki kitaplık genişliğinde büyük bir kitaplık, pek çok alandan çeşitli seçme eserlerle doluydu, bir rafıysa devlet işlerinin kaydedildiği defterlere, anlaşma kayıtlarına ve muhtemelen ailenin kuşaklar boyu tuttuğu günlüklere ayrılmıştı. Yine de bir kralın kütüphanesi olmak için fazla küçük bir kitaplık olduğunu düşünmüştüm istemsizce. Yatağın karşı duvarında iki kapı vardı, muhtemelen yakın bir zamanda içlerinde ne olduğunu öğrenirdim.
Hazır hissedene kadar odada dolandırdığım bakışlarımı sonunda ona çevirmiştim. Odaya girdiğimiz andan beri beni izliyor ve ona bakmamı bekliyordu. Yatağın ucunda rahat bir pozisyon bulup kollarımdan destek alarak oturmuştum. Elini nazikçe elimin üzerine koymuştu, dokunuşu tedirgindi ama elimi çekmeyeceğimi hissedince yavaşça kavramıştı parmaklarımı. Açıklanacak onca şey olmasa huzurlu bile diyebilirdim içinde bulunduğumuz bu an için. Başımı hafifçe eğip dinlemeye hazır olduğumu belli etmiştim.
"Hades ve Persephone'un hikâyesini duydun mu hiç? Persephone, tüm dünyaya buğday ekmekle görevli tanrıça Demeter ve göklerin, gök gürültüsünün, şimşeklerin tanrısı Zeus'un kızıdır. Bir gün Hades, Zeus'a Persephone'u sevdiğini söyler. Zeus da ona kızını kaçırmasını söyler. Bir gün Persephone arkadaşlarıyla çiçek toplamaya gittiğinde, çiçekleri toplarken arkadaşlarından biraz uzaklaşır. Tam o sırada oldukça güzel, göz kamaştırıcı bir nergis* çiçeğiyle karşılaşır. Bu çiçek oraya Zeus tarafından yerleştirilmiştir ve ışıl ışıl parlıyordur. Çiçeğin güzelliğinden, ışıltısından gözleri kamaşan Persephone çiçeği koparmak için yaklaşır. Çiçeğe doğru elini uzattığında yer yarılır ve Hades siyah atlı arabasıyla yarıktan çıkarak Persephone'u kaçırır. Demeter kızını çok sevmektedir. Kızının çığlığını duyar. Onu arar ama bulamaz. Bu yaşadığı acıyla Demeter dokuz gün boyunca dünyayı dolaşır ve kızını arar. Dokuz günün sonunda Demeter, büyü ve sis titanı Hekate'ye kızının nerede olduğunu sorar ve o da Helios'a gitmesi gerektiğini söyler. Onuncu gün her şeyi bilen Güneş titanı Helios'a rastlar. Helios, ona Zeus'un gizli rızasıyla Hades'in Persephone'u kaçırıp Ölüler Ülkesi'nde ebedi karısı yaptığını açıklar. Demeter bu olaya isyan eder ve Olimpos'u terk ederek insanlar arasında yaşamaya başlar. Yaşlı bir kadın kılığında Eleusis'e varır. Bir kuyunun yanında zeytin ağaçlarının altında oturur. Kuyudan su almaya giden Kral Keleos'un kızları yaşlı kadını alıp eve götürürler. Böylece Demeter kızların küçük kardeşi Demophon'un dadısı olur. Demeter, küçük çocuğa ölümsüzlük kazandırmak için geceleri çocuğun bedenini hoş kokulu ambrosia ile sıvayıp yanmakta olan ateşe tutmaktadır. Bir gece çocuğun annesi olaya tanık olur ve dehşete düşer. Demeter şaşkınlıkla çocuğu elinden ateşe düşürür. Bu olay üzerine Demeter, Kral Keleos ve eşinden özür dilemek için, Persephone'un kardeşi olan oğlu Tripolemos'a kanatlı ejderhaların çektiği bir araba verir ve ona buğday serpe serpe tüm dünyayı dolaşmasını emreder. Günler geçer ve Eleusis'te kaldığı süre içinde Demeter toprağı verimli kılmayı reddeder, böylece açlık hüküm sürmeye başlar. İnsanların çektiği acılara üzülen tanrılar Demeter'e yakarırlar, o da kızını görmek şartını öne sürer. Zeus'un yardımıyla kızını yeraltı dünyasından çıkarmak ister. Ancak Persephone Hades'in ikram ettiği nardan tatmıştır ve Yeraltı Dünyası'nda bir şey yiyenler yeraltı dünyasından ayrılamazlar. Yediği dört nar tanesi yüzünden Persophone yılın altı ayını yeraltı dünyasında, kalan altı ayını ise dünyada geçirmeye mahkûm edilmiştir. Kızını görmenin coşkusuyla Demeter, toprağı çiçekler ve yapraklarla kaplar. Böylece ilkbahar olur. Kızının yeraltı dünyasında geçirdiği altı ayda ise sonbahar ve kış olur. Zaman böyle geçer. Persephone, kibirli olmayışı nedeniyle Hades'e, yavaş yavaş aşık olmaya başlamıştır. Aradan dokuz bahar geçmiştir, Persephone onuncu baharda yeryüzüne çıkmak istemez ancak mahkûmiyeti elini kolunu bağlar ve yeryüzüne gitmek zorunda kalır. Sonbahar geldiğindeyse kardeşi Dionysus, Persephone'un Hades'i sevdiğine ve oraya dönmek istediğine inanmaz ve onu yer altına göndermemek için bir plan kurar. Onu alıkoyup ona çok benzeyen başka birini onun kılığında yer altına gönderir. Hades bunu fark eder etmez ordusunu yeryüzüne gönderir ve büyük bir kaosun ardından Persephone yer altına döner. Ancak bu yaşananlardan sonra mahkûm edildiği halde ilkbahar ve yazı geçirmek için yeryüzüne çıkmaz ve adaletin zinciri ikinci kez kırılmış olur. Bunun üzerine her şeyi bilen Güneş titanı Helios bir kehanette bulunur. Bu kehanete göre her yüzyılda Dionysus ve Persephone'un soyundan adil bir güneş* doğar. Bu güneş doğduğunda dünyayı felaketlerden koruyan Gardiyan Feneri'nin* sonsuz ışığı "Lux Aeterna" yanmaya başlar ve yeryüzündeki güneşi bulmak için bir ipucu gönderir. Yer altı kralı bu güneşi bulmalı, onunla evlenmeli ve Dionysus ile Persephone'un kırdığı adalet zincirini düzeltmelidir. Bunun için her yüzyılda bir şans verilir ve eğer kral bu kişiyi aramazsa veya yanlış kişiyi seçerse yeryüzünde savaş, kıtlık, yanardağ patlamaları, salgın hastalıklar gibi büyük çaplı felaketler meydana gelir, ayrıca kral öldüğünde ruhu, reenkarne olmaması için Gardiyan Feneri'nin içine hapsedilir. Bu dokuz yüzyıldır bir döngü halinde devam ediyor. Bu döngüyü düzeltmenin tek yolu doğru güneşi bulmak. Bizim yüzyılımızda bu adil güneşin sen olduğunu düşünüyorum ve tüm kalbimle hissediyorum Taeyang. Seni ilk gördüğümde, Gardiyan Feneri'nin bu yüzyıldaki ipucu "Decima Sol de Iustitita" yani "Adaletin Onuncu Güneşi" ifadesinin seni anlattığını düşünmüştüm. Burada seni tanımaya başlayınca daha da anlamlandı. Ne olursa olsun adil bir açıklama istedin, daha önce güneş olduğu düşünülenlerin hiçbirinin göstermediği cesareti, sevdiğin insanları koruma cesaretini gösterdin, sadece kendini düşünmek ve buradan tek başına çıkmak yerine Rowoon'u da düşündün. Ayrıca Dionysus ve Persephone'un onuncu kuşaktan torunu olman ve isminin anlamı ipucunu tamamlıyor. Ancak şunu bilmelisin, güneş olmak sadece doğuştan gelen ve nesilden nesile miras kalan bir özellik değil, güneş olarak doğan kişinin bunu tüm kalbiyle kabul etmesi de gerekir. Benimle kalmanı ve bu boğucu karanlığı yüreğindeki sonsuz ışıkla aydınlatmanı istiyorum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
iustitia | rochan * hwitae
Fanfiction"Fere libenter homines id quod volunt credunt." Demem o ki, insan, olmasını umduğu şeye inanır. Onların güzel anlar yaşamış olmasını umuyorum yalnızca...