Çakmağını uzatıp bana 'içmesen daha iyi' dedi. Bu sözünün üzerine gülümsedim. Sigaramı yaktıktan sonra çamağı uzatıp teşekkür ettim ve denizi izlemeye başladım. Sigaramdan bir duman çektim. Vapur giderken arkasında bıraktığı o köpükleri izlemeye koyuldum. Mis gibi deniz havasını içime çektim ve saçlarımı uçuran o rüzgarın, yüzümü okşayarak huzur verişini hissettim. İçimde kopan fırtınayı az önce küçük bir gülümseyişe sığdırabilişimi düşünmeye başladım. Ve fırtınamdaki üzüntünün, korkunun, geleceğe olan umutsuzluğumun farkında bile olmayan insanları. İnsanların düşündüklerine göre söyledikleri sözleri... Ben; şımarık, düşüncesiz ve bencil. Dünyadan, insanlardan bir haber, sadece kendi hüsnü kuruntuları için var olan.Ve sigara içmeyi bir marifet sanan küçük bir kızdım gözlerinde. Belki de çok fazla beklentilerim vardı insanlardan. Gördüklerinden fazlasını anlamalarını istiyordum. Ne kadar da gerçekleşmesi güç bir beklenti.Denizi düşünmeye devam ettim ben. Masmavi bir deniz görüyorum, sonra gökyüzündeki tuval şeklindeki bulutları. Muazzam bir açık mavi üzerinde, sadece beyazlarla yapılmış bir boya savaşını anımsatıyor. Kuşları görüyorum, martıların feribotlarla olan yarışını. İçlerinden bir tanesi bana doğru kanat çırpıyor. Neden olduğunu bilmeden, gülümseyerek ona bakıyorum. Aynı zamanda her an ağlayabilirmişim gibi, gözlerim her an dolabilirmiş gibi nedense. Üşümeye başlıyorum ve düğmelerimden bir tanesini
ilikliyorum. Uzakta, çok uzak değil aslında. Kız kulesi var. Buradan bakınca çok küçük görünüyor. Kız kulesinin hikayesi aklıma geliyor, çocukluğumu hatırlıyorum birden. Anneannemin kız kulesinin hikayesini anlatışını, hani kral kızını o kuleye kapatmıştı. Artık kız kulesi daha da küçüldü, hatta yok gibi birşey. Hayatımdaki herşey de böyle küçülüyordu. Anlamını yitiren şeyler vardı. Benim için olmasa bile insanlar tarafından yitirilmiş değerler. Elimde olmadan ben de yitiriyordum çocukluktan kalma değerlerimi. Böylece herşey içinden çıkılmaz bir hal almaya ve zorlaşmaya başlıyordu. Büyüyordum. Altı yaşlarımdayken anneme büyümek istediğimi söylemiştim. Birşey söylemesine fırsat vermeden ekledim; 'Biliyorum, büyüdüğümde de küçülmek isteyeceğim. Ama büyümek istiyorum anne.'. Neden bu kadar acele etmiştim ki?
Zaman ilaç olacağına, her saniyesinde milim milim içine çekiyordu beni. Sessiz ama bir o kadar acıydı bu. Sadece benim hissedebileceğim bu acı, başkalarına bir hayaletin varlığını ispatlamaya çalışmak kadar çağresiz, içine atılmış bir çığlıktı. İşte zaman beni bu şekilde yiyip bitirmeden kaçabilmek için dakikalarımı azaltıyordum sigarayla. Tek başıma sokaklarda öylece dolaşmak, kaldırım taşlarının boşluklarına basmadan yürümeye çabalamak... Yalnız kalmak iyi hissettiriyordu. Hatta bazen, kalabalık bir yerde tek başıma oturup kendimle gurur duymayı bile başarıyordum. İnsanlara ve birlikte oturup kahve içtikleri, sohbet edip hep bir ağızdan gülüştükleri, muhtemelen birçok dertlerini paylaştıkları ya da daha yeni tanıştıkları, ama o an için yanlarında oturdukları insanları izliyordum. İzliyordum ve diğerleri gibi güçlü fakat sahte bir maskeyi taşımadığım için kendimle gurur duyuyordum. Çünkü ben güçsüz görünebilecek kadar güçlüydüm. İnsanlar yalnızlıktan korkarlar. Bir dönem ben de o insanlardandım, korkaktım. Karanlıktan, sessizlikten, kimsesizlikten... Yalnızlığın isimleri bunlardı ve yalnızlık artık bana çok iyi geliyordu. Hiç kimsenin beni bu karamsar ve dibe vurmuş durumdan kurtarabileceğini düşünmüyordum. Aslında umut ediyordum. İnsan olmak umut etmekti çünkü. Umut ediyor, her umut edişin ardından karamsarlığın düşüncelerimi öldürmesine izin veriyordum. Sırf daha fazla hayal kırıklığı yaşayıp üzülmemek için kendi kendime yapabileceğim en büyük kötülük, o zaman düşünebildiğim tek ve en kolay çözüm yoluydu bu. Kendi hayallerimi kendim yıkarak, başkaları tarafından üzülmekten kaçıyordum. Kendi kendimi mutsuzluğa hapsetmiştim.
Sonra bir gün, hiç beklemediğim bir anda hayatımı ve bendeki tüm düşünceleri, tüm alışkanlıklarımı, baştan aşağı değiştiren biri girdi. Beni bambaşka bir insana dönüştürdü. Çok ani olmasına ramen, tanıştığım tüm insanlardan daha samimiydi ve hiç bir sahteliği yoktu. Başlarda doğruluğundan şüphe etsem bile kalbimi dinledim. O benim ilk aşkımdı. Görmediğim saniyelerde bile özlerdim. Elimden tutmuş, dudaklarımdan öpmüştü. Herkesi öper gibi değil, sarılır gibi öpmüştü beni. Bana yaşattığı güzelliklerin öncesindeki karanlığımda, birisi gelip (Sanki bedenim böyle bir insanın kalbi için gereken masumiyete sahipmiş gibi.) bir gün mutlu olabileceğimi ve herşeyin çok güzel olacağını söyleseydi, inanmazdım. Söyledikleri beni umutlandırırsa kafamı başka tarafa çevirir, karamsarlığın umutlarımı yok etmesine izin verirdim. Belki de dedikleri gibi bir yerden beni izleyen biri vardı. Büyüdükçe inançlarımı yitirip unuttuğum biri. Duymuştu belki de onu inkar eden düşüncelerimi ve sonunda halime acıyıp beni affetmişti. Onu benim karşıma çıkartmıştı. Böyle mi ispatlamak istemişti varlığını? Ve belki de bedenin değilde, ruhun saf olması gerekliydi affedilmek için. Ruhum hep saftı. Saflıktandı belkide yaşadıklarım. Herkesi kendim gibi görmemdendi.
O gelince, yeni bir başlangıcı da beraberinde getirmişti. Benim için bir armağandı, bir kahramandı o. Hayatımın bir parçası değil, tüm hayatımdı. Ve olur da bir gün onu kaybedersem, yola nasıl devam ederdim? Edebilir miydim?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kahve Telvesi
ChickLit...Belki de dedikleri gibi bir yerden beni izleyen biri vardı. Büyüdükçe inançlarımı yitirip unuttuğum biri. Duymuştu belki de onu inkar eden düşüncelerimi ve sonunda halime acıyıp beni affetmişti. Onu benim karşıma çıkartmıştı. Böyle mi ispatlamak...