1. Bölüm

1.1K 54 12
                                    


Perdesiz ve ara ara kırık olan camlardan içeri gün ışığı sabah olduğunu kanıtlarcasına giriyordu. İçerideki kasveti gün ışığı uzaklaştırırken, sarışın genç kız elindeki deftere bir şeyler karalıyordu çünkü karşısındaki manzarayı elindeki yanları hafif yıpramış ve rengi solmuş kağıda geçirmese büyük bir suçluluk hissederdi.

İçeri her ne kadar kırık camlardan rahatsız edici şekilde giren güneş ışınları olsada etrafta yarım deste gruplar halinde uzun-kısa boylu olarak sıralanmış ve halen yanan mumlar vardı. Güneş ışığı mumlara değdiği an sanki daha da alevli yanıyordu, mum güneşin görevini ele almış gibiydi.

Siyah ve paslanmış demir başlıklı ve koyun postlarının bulunduğu, iki kişilik geniş bir yataktaki kahverengi, gür ve iki yanınından birkaç tane ince örgülü genç kız yüzüne tamamiyle vuran güneş ışığıyla hayalle gerçeklik arasında mırıldandı,

"Siktir," sesi çok kısık çıkmıştı, bu ses duyulması için birkaç milim yanında olmak gerekiyordu. Gözlerini açtığında güneşin şok etkisi yaratması sebebiyle tekrar yumdu.
Elini başının üzerine atıp önce başını biraz ovaladı sonra ise kalkarken gözlerini ovaladı ki karşısında ona gülümseyerek bakan dağınık, sarı saçlı, elmas renginde gözleri olan genç kıza varlığı tam olarak anlaşılmayan bir gülümseme verdi.

Durumu anladığı sırada toparlanması kısa sürmedi ve ayağa kalkıp sarışın kıza doğru yaklaştı.

Sarışın kız elindeki defterle afallayıp onu kapatmaya yeltendi ama kahverengi gür saçlı kız ondan önce davranmıştı.

"Hey, ne çiziyorsun öyle Clarke?" Diye sesini yumuşak tutarak konuştu kahverengi saçlı genç kız.

"Henüz bitmedi,"

Elindeki defterin önünü çevirdi ve Clarke, o elinden alacağı sıra son anda kapattığı için tekrardan açtı. Şimdi bir değil bir sürü resmine bakabilecekti. Bu hoşuna gitti.

Clarke, resmen kahverengi saçlı genç kızın bu düşüncesini duymuş gibi kafasını eğdi. Hem belki de gerçekten duymuştu çünkü aralarında anlamlandıramadıkları bir bağları vardı. Bu bağ onları her daim birbirlerine çekiyordu, uzaklaştıkça daha çok ve daha da çok...

Kahverengi saçlı genç kız, elindeki eski deri kaplama olan defterin solgun yapraklarına baktı. Kâğıt solgun olmasına rağmen içindeki resim sanki o özelliği yitirmesine sebep olmuş gibiydi.

Clarke'ın yaptığı resimlerin içinde sıkışıp kalmış gibi kafasını hiç kaldıramadı. Onu merakla süzen bir çift elmas göze bakamadı.

Sayfayı çevirdiğinde Clarke'ın ondan gizlemeye çalıştığı resim açıldı, Clarke'ın 'henüz bitmedi,' sözleri bu resme tam anlamıyla hakaretti! Pastel kalınlığındaki lacivert, siyah arasındaki tonda silüete benzetilen onun uyurken ki yüzüydü.

Kafasını kaldıracak gücü kendisinde bulduğunda ağır hareketlerle Clarke'a kafasını çevirdi,

"Lexa," diye kısık seste mırıldayan Clarke'ı süzdü bir süre yanına gitti. Defteri Clarke'ın oturduğu koltuğun yanındaki, kahve, oval ve eskimiş , üç başlı bir şamdanın bulunduğu masaya koymuştu.

Clarke o sırada ayağa kalktığının farkında bile değildi, Lexa ona daha da yaklaştı, işte çekim kuvveti böyleydi onlar için her daim çekmeyi başarıyordu. Acaba nice zorluklardada birbirlerini bulmayı başaracaklar mıydı?

Lexa'nın yüzünde belirgin ve Clarke'ın başını eğmesini engelleyemeyen bir sırıtış vardı.

Lexa, ince uzun parmaklı, kemikli elini Clarke'ın elmacık kemiklerini dokundurdu. Clarke artık onunla göz gözeydi. Kalbi garip bir çırpıntıdaydı, bunu anlamlandıramadı başına daha önce böyle bir şey gelmemişti.

Finn, aklına gelen isimle Clarke gözlerini yumdu. Aklından bir türlü onu Lexa'nın kendisine nasıl öldürttüğünü unutamıyordu. Gözlerini her kapatışında, Finn sesi kulaklarında yankılanıyor ve,

"Ben seni sevmiştim Clarke," dediğini duyuyordu.

Lexa, bir adım daha Clarke'a yaklaştı. Alnını alnına yasladı.

"Düşüncelerinle olan karmaşan nedir?" Lexa'nın sesi Clarke'ı incitmekten korkar gibiydi.

"Hiç," diyebildi Clarke, sesinde acı vardı. Yaptıkları ve yapacaklarının acısı...

Lexa inanmasada üstelemek istemedi. Clarke'a daha da sokuldu. Elini Clarke'ın alt dudağında gezdirdi, üst dudağına doğru yol çizdi.

Clarke, Lexa'nın yaklaştığını dudaklarındaki sıcak nefesten anlamıştı. Garip hissettirmesi daha garipti sanki.

Tahta kapının gıcırdamasından, onlara doğru yaklaşan ayak sesleri artıyordu.

"Heda," odayı kaplayan erkek sesine ikiside aynı anda dikkat kesildi.

"Titus?" Lexa sorgular şekilde tek kaşını havaya kaldırdı ve kafasını tamamen Titus'a çevirdi.

Clarke, çaktırmadan Lexa'nın yan profilini ezberlermiş gibi bakıyordu, ayrıca Lexa'nın tek kaşını kaldırmış olması içinde bazı şeylere sebebiyet vermiş gibi hissediyordu.

Titus'ın öksürmesiyle, Clarke'ta tüm dikkatini Titus'a verdi.

"Wanheda," Titus, Clarke'ın -Trikru halkının deyimiyle- Wanheda'nın dikkatini sonunda çekebildiğine sevinmişti.

"Heda, bu akşam emir verdiğiniz gibi 13. Klanın kurulum günü ama yinede emin olup olmadığını sormak için geldim. Halkımız hâlâ Skaikru'nun bize bir tehdit olduğunu söylüyor. Benden duymuş olmanızı istemem ama özellikle Wanheda'nın sizin itibarınızı zedelediğini düşünüyorlar." Titus son cümleyi biraz kendinden emin değilmiş gibi söylemişti.

Lexa'nın gözlerinden alev fışkırdığını anlamamak için aptal olmak gerekiyordu. Clarke'tan uzak taraftaki yani sol yumruğunu fark ettirmeden sıktı.

Ölüm sessizliğinde, kafasını bir gram kaldıramayan Titus : tabandaki siyah lekeyi fark edince:

"Heda, efendim, eliniz?" Titus endişeyle Lexa'ya yaklaşmaya çalışınca Lexa adeta kükremişti.

Lexa yere diz çöküp iki yandan ellerini kafasına bastırdı ve acı çekiyormuş gibi yere serildi.

Nöbet geçirir gibi olduğu yerde sallanıyor ve artık vücudunu kontrol edemiyormuş gibi görünüyordu.

Titus, Heda'ya doğru adım atınca, Clarke adeta delirdi.

"Çık dışarı,"

"Senden emir almıyorum."

"Eğer müdahale edemezsem, emir alacağın bir Heda olamayacak." Dedi Clarke.

Titus, somurtarak kapıdan dışarı çıktı.

Clarke ise Lexa'yı yan yatırdı ve ağzından çıkan beyaz köpükler yüzünden boğulmasını engelledi.

Çantasındaki, weather dağından kalma sakinleştirici iğneyi aldı ve Lexa'ya enjekte etti. Lexa'nın vücut sarsılması azalıyor gibiydi ve çok geçmeden durdu.

Clarke, onu yatağına taşımaya çalışırken, tüm bunların sadece Titus'a sinirlendiği için olmadığını düşünüyordu. Bunun ardındaki gizemi Lexa uyanınca öğrenecekti.

Why didn't say it?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin