19. Bölüm

243 23 4
                                    


Yüzümde hissettiğim zayıf güneş ışığı gözlerimi işgal ederken yüzümde istemsiz bir buruşma hissettim. Kaşlarım çatılırken gözlerime bu denli vuran delici ışıkla uzunca kaybedeceğim bir savaşa girdim. Sonunda kaybeden taraf olarak gözlerimi açtığımda algılarım yeni yeni kendini gösteriyordu. Belimdeki sıkı kolun varlığı nefes almamı dahi engellerken nasıl bu kadar huzurlu olabildiğini anlayamamıştım.

Nefes almak deyince aklıma dün Titus'la olanlar geldi. İyi anlaşamadığımızı biliyordum, bunun bir göstergesi olarak beni hücreye bile kapatmıştı. Ama onu hak ettiğimi ancak bu seferkini hak etmediğimi düşünüyordum. Lexa'nın önünde eğilmemem Lexa'yı bile sinirlendirmezken onu nasıl sinirlendirebiliyordu, hemde gözü dönüp beni boğarak öldürmeye çalışacak kadar.

Şükür ki son anda bilincim kayıp gitmeden önce imdadıma gizemli bir yabancı koşmuştu. Adının sadece baş harfini -ki baş harfi değilde sadece harflerden biri bile olabilirdi- bildiğim -ki ben baş harfi olarak düşünmek istemiştim- benim tabirimle Bay R, Polis'te şimdiye kadar görebileceğim en iyi şehir manzarasını bana bahşetmişti. Şehrin mumlarla kaplı zayıf ışıkları -onlara ışık demek pek doğru olmazdı ama buğulu şekilde aydınlanmalarından dolayı ne diyeceğime karar verememiştim- beni etkilemişti. Yüzüme vuran soğuk rüzgar bile uzun süre orda kalmamı engelleyemedi.

Gerçekliğe dönmemi sağlayan ses çatallıydı. Daha doğrusu uykulu demek bu tabire daha çok uyuyordu. Arkama doğru dönerken, belimdeki kollarda bir süreliğine gevşedi ama bu fırtına önceki sessizlikti. Güçlü kollar beni kendine çekmeden önce ona tam olarak dönmemi bekledi. Dün geceki gibi burnum boynuna yaslandığında belimdeki kolları sıkılaştı. Çok geçmeden tek koluyla çevrelenen belimdeki eksik kolunun saniyeler arttıkça yokluğu hissedilirken, tüy kadar hafif parmaklarını yastığın izinin çıktığını düşündüğüm sağ yanağımda gezdirirken neredeyse fark etmiyordum bile. Dokunuşları çok hafifti, zarar vermek istemiyor gibi naifti.

Nereye koyacağımı bilemediğim kolumu omuzlarına doğru atarken gözlerimi kapattım. Omzundan sırtına doğru uzanan örgülü saçlarını okşadım. Yumuşacık ve aynı zamanda gözlerindeki bakışı gibi sem sertti nasıl bu kadar büyük bir ironiyle kaplı olduğunu anlayamadım. Saçlarından yukarı doğru uzandım, yeni çıkan bebek saçlarını okşarken belirgin elmacık kemiğine doğru yol çizdim.

Kısa bir hareketlenme hissederken, dudaklarımdaki baskı o hareketlenmeyi doğruladı. Yumuşak ve dolgun dudaklar yine dudaklarımın üzerini kaplıyordu ama dudakları kadar yumuşak öpmüyordu, öpüşleri sertti,istekliydi,inançlı bir şekilde öpüyordu. Tanrısına ibadet eden bir kul gibi saygıyla,sadece ona ait olan bir inançla.

Titus'ın dün gece odama gelmeden yanındaki ara koridorda yerde boylu boyunca yattığını ve sonrasında oradan kaldırıldığını aynı zamandada Lexa'nın bunu bilmediğini doğrulayan şeyin içeri aniden giren Titus sayesinde anladım ve sesi öfkeliydi,

"Wanheda!" Diyerek aniden öfkesini kusarak içeri girdiğinde şaşkın gözleri yatakta yatan bize çevrildiği an önüne eğildi ve ağzından,
"Heda," kelimesi dökülünce afalladığını ister istemez belli etti. Donup kalmış gibi asla başını bize doğru çeviremezken iç sesinden 'boku yedim' kelimelerini seçebiliyordum. Ama istediğim son şey Titus'la bir anlaşmazlığa girip 13. Klan olmanın bir kez daha ertelenmesiydi. Bu yüzden durumu toparlamak için Titus'ın aksine bunu ele almam gerekiyordu.

"Kapıyı çalmadan ne cüretle!" Diye kükreyen Lexa yüzünden açtığım ağzımı geri kapattım şu anki siniri benim konuya dahil olmamam gerektiğini söylüyordu.

"Af edersiniz Heda efendim, burda olduğunuzu bilmiyordum." Derken bile kafası hâlâ eğikti.

Lexa, Titus'ın bahanesine kaşlarını çatarak yatakta oturur pozisyona geçti. Sesi hâlâ ürkütücüydü. Titus'ın yerinde olmadığıma şükrettim.

Why didn't say it?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin