18. Bölüm

252 22 4
                                    


Lexa'nın önerisi üzerine taht odasından çıktım ve sağ tarafa, merdivenlerin olduğu taraftaki odama doğru ilerliyordum. Ancak zayıf ışıklı mumlardan loş olan koridorda güçlü bir kol tarafından ara bir koridora çekildim.

Sırtımda hissettiğim buz gibi duvarla, aniden çekilmemden dolayı oluşan acıyla yüzümü buruşturdum ve ağzımdan bir inilti kaçmadan önceki karşımdaki karaltı ağzımı kapattı. Sonra ise o tanıdık sesi duydum.

"Heda'ya ne yaptığını bilmiyorum Wanheda, ama bu hepimizin sonu olacak," dedi öfkeli bir ses. Ses tonundan tanımasam bile söylediği şeylerden kim olduğunu kolaylıkla çıkarabilirdim: bu Titus'tı. Taht odasında Skaikru'nun kaderini değiştirecek birkaç saatlik toplantı sırasında olanlardan pek hoşnut görünmüyordu.

"Heda'ya yaptığın büyük bir saygısızlık ve bu yaptığın karşılıksız kalmamalı," diyerek dişlerini sıktı, o kadar güçlü sıkmıştı ki gıcırtı bomboş beynimin içinde yankılanıyordu sanki.

Boynumda hissettiğim eller ile gözlerimin odağı buğulanıyordu. Zaten loş olan koridor gözümde kararmaya devam ediyordu. Titus'ın iki taraftanda kollarını tutmaya çalıştım ama çok sıkı tutuyordu. O an Lexa'ya gelmesi için yalvarmaktan başka bir şansım yoktu, Titus'ın kuvvetli kollarını kendimden çekecek kadar gücüm yoktu. Boğazımdan ciğerlerime ulaşamayan oksijenden beynimin hissizleşmesine neredeyse milimler kalmıştı, bunu kanıtlayan şeyse gözlerimin yenilgiyle kapanmasıydı ancak boğazımdaki tutuş tamamen ortadan kalktığında kapanan gözlerim ciğerlerimde hissettiğim havayla salisesinde yeniden açıldı. İçime tatlı oksijeni çekerken beynim izlenildiğime dair bir şeyler fısıldıyordu.

İç güdüsel olarak soluma döndüğümde yerde baygın olarak yatan Titus'ı gördüm bunu kimin yaptığını anlamam saniyeler sonra kafamı yukarı kaldırmamla karşımda ilk kez gördüğüm kişi olduğunu anladım. Ensesine kadar uzun ve koyu renk olan saçları yarım toplu bir adam tam karşımda duruyordu. Loş koridor nedeniyle pek yüzünü seçemiyordum, tabii az önceki oksijen yetmezliğinden halen odağımı toparlayamadığımda bir bahane olarak kabul edilebilirdi.

Yere çökmüş olduğumu ancak karşımdaki adamın elini uzatmasından algılayabildim. Böylece neden ilk önce o adamı değilde yerde yatan Titus'ı odakladığımı anladım. Tereddüt etsemde beni kurtardığı için yabancıya elimi uzattım ve beni yukarı çekmesine izin verdim. Tek bir hamlede ve birkaç saniye içerisinde tüy gibi hafif bir şekilde hiç güç uygulanmadan ayağa kaldırıldığımda ne yalan söyleyeyim şaşırmıştım. Karşımdaki yabancıya doğru kafamı çevirip ona az önceki olanlardan dolayı kuru bir teşekkür ettim.

Ara koridorun çatallayan yoluna gelip merdivenlerin yanındaki odama gireceğim sırada yabancı beni durdurmak için tok bir sesle hitap etti.
"Bekle," ses tonu ve aksanı kuzeylilerinkine benziyordu ya da ben öyle benzetmiş olabilirdim. Ana koridora çıkmamla beraber daha da görünür olan yüzünü inceleme fırsatı bulmuştum. Aynı az önce tahmin ettiğim gibi kuzeyliye benzer bir yüz tipi vardı, yine saçıyla aynı renk olarak kısa sakalları, büyük ve uzun burnunun altındaki bıyığı ve yabancı olduğu için düşündüğüm mavi ürkütücü gözleri. Yüzünün her iki tarafında parlayan semboller vardı, ama loş koridordan tam olarak ne olduğunu çıkartamıyordum. Hatta ara ara vizyonumun kararmasından yüzünü piksel piksel görmeyede başlamıştım. Kafamı hafifçe kendime gelmek için sallamam onun konuşması için izin verdiğimi sanmasıyla konuşmaya başladı.

"Yardımımın karşılığı olarak benimle gelmelisin," dedi ve bu küstah haline kaşlarımı çattım ne demek istediğini anlamaya çalışıyordum. "Kuru bir teşekkürle geçiştirilemeyecek kadar önemli bir şeydi," dedi. Tekrardan anlamadığımı anladığında,
"Hayatını kurtardım," dedi. Başımı salladım ve,

Why didn't say it?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin