9. Bölüm

315 26 9
                                    


Hangi acı daha fazla gelir insana? Hangi acıyı kaldırabilir ya da kaldıramaz insan? Fiziksel acı mı ruhsal acı mı? Aslında ikiside değil, acı görecelidir, o an hangisini hissedersen onun daha fazla acıttığını ve artık buna katlanamayacağını zannedersin. Aslında acı hissedilmez, acı olduğunu anlamamızı sağlayan şey insan beynidir. Beyin acının olmadığı zamandaki anı hatırlar ve şimdikiyle karşılaştırır yani acı hafızadır acı farkındalıktır.

Düz durması gereken bileğini, Clarke'ın üzerinde dururken anlamadan tepiştirdiğinden dolayı mecazi olarak kıran Lexa acıyla inledi ve Clarke'ın yan tarafına düştü. Buruşturduğu yüzünden ne kadar acı çektiği anlaşılıyordu.

"Ateşi bir an önce yakmamız gerekiyor, Lexa. Bileğinin durumu gerçekten kötü." Endişeli sesiyle Lexa'dan uzaklaşıp ateş yakmaya devam eden Clarke abartısız yarım saatten beridir yakmaya çalıştığı ama yakamadığı ateşi on saniye içerisinde nasıl yakabildiğini anlayamamıştı. Bunun iki seçeneği vardı birincisi: insanoğlu çok zor durumda kalmadan bir şeyi yapabileceğine inanmıyordu. İkincisi ise: Lexa'yla az önceki anından sonra içinde harmanlanan ateşin içinde kalmaya devam etmeyerek artık dışarı çıkmak istemesiydi. Hangisinin doğru şık olduğunu düşünmedi bile çünkü acıyla kıvranan Lexa, onu kendine getiriyordu.

Dişlerini zonklatacak kadar sıkan Lexa'ya doğru döndü Clarke ve,
"Üzgünüm, geç oldu yakmam," mahçupça gülümserken Lexa'nın kısa bir an boyunca acısını unutup bir şeyi hatırladığını ve sırıttığını sandı. Ama sadece sanmıştı çünkü, Lexa bileğini kendine doğru çekmeye çalışıyor ve ovuyordu.

"Ah, Lexa seni orada, dağa tırmanırken bıraktığım için üzgünüm," dedi Clarke bakışlarında hüzün vardı, Lexa'da çok kısa bir süre öyle baktı ama sanki taştan duvarlara sahipti ne hissettiği yüzüne yansıttığı kadarıyla anlaşılıyordu. Şu an yüzündekiyse sadece fiziksel acıydı.

Clarke, mağarada masa şekline benzettiği bir taş yığınının üzerindeki yine aynı şekilde taştan olan şekilsiz tabağı işine yarayacağını düşünerek aldı ve tahtadanda, taşlı şekilsiz tabağın içinde herhangi bir şeyi ezelemek için kullanabileceği yontulmuş çubuk vardı. Eskiden burada yaşayan birilerinin olduğunu anladı ama şu an bunun bir önemi yoktu.

Taş tabağın içerisine koyduğu yosunu göletten sağladığı suyla karıştırıp ateşte kaynatıyordu. Tabii bu kolay olmuyordu çünkü tabağın küçüklüğünden neredeyse elleri yanıyordu Clarke'ın. Yosunu kaynattıktan sonra yosunlu suya yine Weather dağından aldığı ağrı kesicilerle karıştırdı ve krem kıvamına gelmesini sağladı.

Lexa'nın yanına doğru gidip önünde oturdu ve Lexa'nın bacağını kucağına koydu. Belirgin şekilde şişip morarmış bileğine tekrardan bakınca acısını kendi içinde kendisine olmuş gibi hissetti. Krem kıvamı almış ağrı kesiciyi şişlik azalmasa bile en azından acısını dindirmesine yardımcı olacağını umarak Lexa'nın bileğinin üzerine nazikçe sürmeye başladı. Dokunuşları tüy gibiydi ve Lexa'nın içini gıdıklıyordu bu dokunuş. Hafif masajlar eşliğinde işe yaramasını ummaktan başka elinden bir şey gelmemesine kendi içinden sinirleniyordu Clarke. Lexa kendini halkı için bile olsa feda ederken, kendisini kurtarmış olmasına karşılık olarak yapacağı hiçbir şey bu bedeli ödeyemezdi. Tam bir korkak olarak mağaraya sığındığı aklına geldi. Kederle iç çekti. Lexa büyük bir dikkatle Clarke'ı seyrediyordu. Yaptığı işte usta gibi görünüyordu, ne de olsa annesi doktordu ve Clarke'ın da doktorluğa karşı bir ilgisinin olduğunu biliyordu. Lexa bazen Clarke'ın dokunuşlarından sonra yüzünü buruşturuyordu çünkü bileği cidden kötü durumdaydı.
Clarke elinden geleni yaptıktan sonra doğruldu ama Lexa'nın bacağını hâlâ kucağından çekmedi. Kenetlenmiş gibilerdi. Gidip göletten balık tutması ya da bir av yakalaması en azından bunu yaparak açlıktan ölmelerini engellemesi gerekiyordu çünkü Polis'ten yanlarına çok bir şey almamışlardı, aldıkları şeyler ise bitmişti.

Why didn't say it?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin