24. Bölüm

233 23 23
                                    


Sarılmayı bırakmamıza neden olan öksürük kulaklarıma ulaştığında öksürüğün sahibinin Titus olduğunu fark ettim. Kaşları çatılı şekilde bize bakarken konuşmaya başladı.
"Heda, buradan bir an önce gitmeliyiz, savaşçılarımız bir süre daha sizi göremezlerse, Azgeda'ya savaş açabilirler," diyerek durumun ciddiyetini çattığı kaşlarından sonra ses tonuna ekledi.

Lexa'nın anlamlandıramadığım bakışları halen daha üzerimdeyken Titus'ı onaylamak için başını salladı. Sonrasındaysa önden ilerlemeye başladı, arkasındam hemen takip ederken dar koridorda Titus'ın da önüme geçmeye çalıştığını fark ettim ama zaman kazanarak onu geçtim ve Lexa'nın ardından ona yetişmeye çalıştım. Adımları az ve mesafeliydi. Ona bir türlü yetişemiyordum, hızlı ilerliyordu. Nedenini anlamak istesemde bilemedim.

Koridor ardı arkası kesilmeyecek kadar yoğun bir karanlıktı, hiç bitmeyecek gibi. Bu teorimi doğrulamayan şeyse azda olsa sızan güneş ışığıydı. Çıkışa ulaştığımızı fark ettim. Çok az kalmıştı. Gülümsememi saklayamadım. Her adımımızda güneş ışığı artarken benden önce çıkmış Lexa'nın silüetini gördüm.

Sonrasında da yüzümdeki kurtulduğumuza dair oluşan gülümseme anında silindi. Gözlerim şaşkınlıkla aralanırken Lexa'nın üzgün bakışları göğsümü delip geçiyordu.

"Üzgünüm," dedi, daha fazlasını söylemek istediğimi biliyordum ama boğazında bir düğüm varmış gibi konuşamıyordu.

Lexa'nın kollarını tutan Roan'ı fark ettiğimde kaşlarım çatıldı. Ne yaptığına anlam veremiyordum. Roan'ın etrafındaki Azgeda savaşçıları Trikru savaşçılarının gelmesini engelliyordu. Lexa'ya doğru bir adım atacağım sırada Titus kolumu sıkıca tuttu.

"Bırak," diyerek tısladım. Ama yine de bırakmıyor aksine kemikli ve uzun eliyle tutuşunu sıkılaştırıyordu.

Roan ve savaşçılar Lexa'yı götürürken savaşçılardan biri Roan'ın önünde eğilerek,
"Kraliçe Nia sizi çağırıyor Prens Roan," dediğini duydum. Lexa'yı götürmelerini engellemek için onlara doğru ilerlerken aklımın bir diğer yeriyse Roan'ın Azgeda Prensi olduğunu bağırarak söylüyordu. Kendimi bir aptal gibi hissetmiştim. Bunu nasıl bilemedim. Azgeda Prensinin neden benimle zaman geçirdiğini anlayamıyordum.

Gerçi şu anda her şey anlamını yitirmişti. Sakinleşmiş gibi durmamdan dolayı kolumu tutan Titus'ın eli gevşemişti. Tabiiki rol yapıyordum, beni bırakması için. Titus'tan kurtulduktan sonra çoktan yanımızdan uzaklaşmış olan Roan'ın savaşçılarının arasına sızarak Lexa'yı götürdükleri yere varmak istedim. Titus'ın arkamdan bağırışlarını duysamda kendimi savaşçıların arasına sokmuş ve görünmez bir şekilde ilerliyordum. Onlara uyuyormuşum gibi hareket ederek, Saray'ın içine ön girişten girdik.

İçeriye girdiğimde yeniden kanımın donduğunu hissettim, her seferinde bunu nasıl yaptığını bilmesemde bu Sarayda insanı ürküten bir şey vardı. Sarayın ana salonundaki Paunalı çeşmeyide geçtikten sonra sola doğru ilerledik. Ana salondaki tahttan daha farklı bir tahtın bulunduğu bir odaydı bu. Yani bir taht odası. Ana salonun aksine burası basık ve havasızdı. Çok kullanılmadığını düşündüm.

Savaşçıların arasında bir sıraya girerken onların yaptığı aynı şeyleri yaparak arkadan ve fark edilmeyeceğim bir yere geçtim. Yanımdaki kişileri incelerken arkamda bir nefes hissettim. Korkuyla başımı çevirirken gördüğüm kişiyle rahatlamıştım.

"Titus?" Sorarak ona baktım, beni ne ara takip edip geldiğini anlama...tabiiki gizli geçitleri çok iyi biliyorlardı. Kumandanın sağ kolu olmak bunu gerektirirdi.

"Lexa, bana seni ne pahasına olursa olsun korumama yemin ettirdi," dediğinde bile şaşırmadım, çünkü herkese bu konuyla ilgili yemin ettiriyordu. O sanırım...gerçekten beni önemsiyordu.

Why didn't say it?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin