Bölüm geç geldi ama şimdiye kadarki en uzun bölüm oldu. Mantık hatası bulursanız haber verin. İyi okumalar... :D
"Doğa Hanım'la bir sene önce tanıştık. Oğluna ne olduğunu anlamak için içeriye sokabileceği ajanlar arıyordu, bunun için Kızıl Kule'yle işbirliği yaptığını bildiği üniversitelerin öğrencileriyle irtibata geçiyordu. Zeki öğrencileri seçiyordu, her önüne geleni değil. Ee, ben de yazılım mühendisliği bölümündeki en iyi öğrenciydim. Benim dışımda on kişi daha vardı. Aramızdan kim Kızıl Kule'ye ilk sızabilirse görev onun olacaktı. Karşılığında vadettiği paraya çok ihtiyacım vardı, o yüzden görevi kapmayı kafaya koymuştum. Buraya gönderilmek için üç ay boyunca okulda her türlü kavga ve problem çıkardım, hatta kendime zarar bile verdim. En sonunda disiplin kurulu bana 'seni özel bir terapi merkezine yollamak istiyoruz' dediklerinde sevinçten göbek atıp oynayacaktım. Sonra...Dinliyor musun oğlum sen beni?"
Berkan dakikalardır konuşuyordu ama sesi, daha çok arka planda duyulan bir vızıltı gibi geliyordu kulaklarıma. Son cümlesi dikkatimi çekince sanki bir rüyadan ayılıyormuş gibi, boşluğa diktiğim gözlerimi kırpıştırıp yüzüne baktım. Kaşlarını kaldırmış, bıkkınlıkla beni izliyordu.
"Dinliyorum tabii." diye yalan söyledim, ayıp olmasın diye. Ama bu yalanı ne Berkan, ne de yanımızda sessizce dikilen Danla yutmuştu.
"Oğlum hem anlat anlat diye tutturuyorsun, hem de anlatınca dinlemiyorsun. Alemsin valla." diye Berkan başını iki yana sallayarak konuştuğunda sıkıntıyla iç çektim.
Berkan'a, Ufuk Gündüz'le ne bağlantısı olduğunu, Doğa Hanım'ın onu neden ve nasıl buraya gönderdiğini sormuştum. Dövüş dersinin yapıldığı salondaydık, dersin başlamasına henüz vardı. O sırada herkes salonun bir köşesine kurulmuş, gruplar halinde muhabbet ediyordu. Ben de son on dakikadır Berkan ve Danla'yla sohbet ediyormuşum gibi gözüksem de aklım çok farklı yerlerdeydi.
"Sadece dalmışım, kusura bakma." diye mahçup bir şekilde gülümsediğimde Danla'ın gözlerini kısarak beni izlediğini farkettim.
"O geceden beri sende bir haller var," dedi, imalı bir sesle. "Sanki bize bir şeyleri anlatmıyorsun."
Sertçe yutkundum. Zaten aklımdan çıkmayan o malum geceyi bir de Danla'dan duyunca utançla gerildim. Sadece iki gün geçmişti, kabus gibi iki gün. İki gündür aklımın bir köşesinde Fridevs Yöreoğlu bana "Aptal!" diye bağırıyordu durmadan.
Onlara Barış hakkında öğrendiklerimi anlatmıştım, çok fazla şey öğrenmiş olmasam da. Tabii ki malum kısımları atlamıştım. Yine de Danla, iki gündür bok gibi olan ruh halimden anlıyordu ki ortada anlattığımdan daha fazlası vardı. Bu kız beni fazlasıyla geriyordu.
"Yok ya, ne alakası var?" diye geçiştirdim onu. "Ne öğrendiysem anlattım işte."
"İki gündür değişiksin. Değişiksiniz. Sen hiç gülmüyorsun, boşluğa bakıp duruyorsun. Barış artık sana yaklaşmıyor, yüzüne bakmıyor. Ne oldu, bir gecede bitti mi şu yeni filizlenen arkadaşlığınız?"
Elimi enseme götürüp bakışlarımı kaçırdım Danla'dan. Haklıydı. İki gündür Barış yüzüme bakmıyor, beni görmezden geliyordu. Olayın ertesi günü bende kalan kartını geri vermek için yanına gittiğimde bile kartı kaba bir şekilde elimden almış, sonra yüzüme bile bakmadan uzaklaşmıştı yanımdan.
Ona bu yüzden kırılsam da içten içe buna hakkım olmadığını biliyordum. Bana böyle davranmasını haketmiştim. Adam açık bir şekilde benimle sadece arkadaş olmak istediğini dile getirmesine rağmen uçkuruna düşkün ergenler gibi gidip dudağına yapışmıştım. Bunu yapamazdım, yapmaya hakkım yoktu. Ne ben Behlül Haznedar'dım, ne de Barış Bihter Yöreoğlu. Aramızda bir cinsel çekim olduğu senaryosu da sadece benim kafamdaydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MECZUP
Mystery / ThrillerBir akıl hastanesi düşünün...Çalışanları tuhaf, yemekleri tuhaf, hastaları tuhaf...Ortada bir şeyler dönüyor, herkes farkında ama kimse ne olduğunu sorgulamıyor...Neden susuyorlar? Kimden korkuyorlar? Belli değil. Şimdi ise geleceği parlak, zeki bir...