Dışarıdan bakıldığında sürekli ders çalışan, sıkıcı birine benziyor olabilirdim ama aslında maceraları seven bir insandım. Macera derken kastettiğim illa ki paraşütle atlayış, bungee jumping, ya da bir anda kafana esen tatil planı falan değildi. Tabii, olursa onları da yapardım ama Türkiye'de yaşayan orta gelirli bir ailenin çocuğuysanız sizin maceralarınız biraz daha sönük kalan şeyler oluyordu.
Mesela okulu kırmak için üç metrelik duvardan beton zemine atlamak, okul şenliğine gizlice bira getirmek, anneannenin yastığının altından para çalmak falan işte...Yani anlayacağınız, düşük bütçeli maceralara açık bir insandım.
Ama şimdi nedense öyle hissetmiyordum. Evet, içimde heyecan vardı, merak da vardı ama bunların ikisini de sollayan daha güçlü bir duygu daha vardı; göt korkusu. Barış beni, kilitli olması gereken odamdan gecenin bir vakti çıkarıp, elimden tutarak karanlık koridorda sürüklerken içimi kaplayan göt korkusuna engel olamıyordum.
Kafamın içinde beni nereye götürdüğüne dair zibilyon tane ihtimal dönüyordu ve en korktuğum şey o tumblr blogunda okuduklarımın gerçek olmasıydı. Ya beni kesmeye götürüyorsa şimdi?
"Barış..." dedim ilk defa konuşarak. Korkudan fısıldıyordum. "Nereye gidiyoruz?"
"Sabret iki dakika." diye homurdandığında göz devirdim. Beraber 3 numaralı geçidin önünde durduk ve Barış yeşil butona basarak kapıyı açtı. Geçidin floresan ışıkları yüzümüze vurduğunda gözlerimi kıstım.
"Odamızın kapısı kilitli değil miydi? Nasıl açtın?" diye sordum geçidin içinde adım adım onu takip ederken. Cebinden beyaz bir kart çıkarıp salladı.
"Sadece personel için." diye açıkladığında başımı salladım. Demek çalışanlar canları isterse gece vakti odamıza girebilirlerdi. Süper.
3 numaralı geçit B koğuşunu A'ya bağlıyordu. Geçidi geçtikten sonra A koğuşuna girdiğimizde buranın da karanlık ve boş olduğunu farkettim. Bildiğim kadarıyla bu koğuşta yemekhane, spor salonu, kütüphane, çamaşırhane falan bulunuyordu. Barış'ın beni buraya neden getirmiş olabileceğine anlam veremedim.
"Üçüncü kata çıkıyoruz," dedi karanlığın içinde beni sağa doğru yönlendirirken. Zaten başka şansım olmadığı için peşinden kuzu kuzu yürümeye başladım. Merdivenleri çıkıp bir kapıdan içeri girdik ama içerisi zifiri karanlık olduğu için nerede olduğumuzu göremiyordum.
Barış birden elimi bırakıp yanımdan uzaklaştı ve duvara doğru yürüdü. Şalterlerin atmasına benzeyen bir ses duyulduğu an önce kafamın üzerinde bir lamba yandı. Sonra sırayla dört floresan lamba daha yandı. Tavanda daha fazla lamba vardı ama hepsi yanmamıştı, sadece içinde bulunduğumuz yer, göz gözü görmesine yetecek kadar aydınlaşmıştı o kadar.
Gözlerimi tavandan ayırıp aşağı baktığımda ise bir havuzunun kenarında olduğumuzu farkettim.
"Böyle iyi. Dikkat çekmek istemeyiz," dedi Barış, yanıma gelirken. Sanırım ışıkların hepsini açmamasından bahsediyordu. Ama kimin dikkatini çekmekten korkuyor olabilirdi ki?
"Kızıl Kule'de bir havuz olduğunu bilmiyordum." diye elimde havuzu işaret ettiğimde yarım yamalak gülümsedi.
"Evrim üşendiği için sana binayı doğru düzgün gezdirmemiş, ondandır."
Derin bir nefes verip başımı salladım. Şimdi ikimiz de sessizce dikiliyorduk salonun girişinde. Barış yere bakıyor, sanki ne diyeceğini düşünüyormuş gibi sallanıyordu.
"Ee?" diye mırıldandım en sonunda, sessizliği bozmak için. "Niye getirdin beni buraya gece vakti?"
Önce birkaç saniye sustu, düşündü. En sonunda başını kaldırıp gözlerime bakarak boğazını temizledi. "Oturalım mı?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MECZUP
Mystery / ThrillerBir akıl hastanesi düşünün...Çalışanları tuhaf, yemekleri tuhaf, hastaları tuhaf...Ortada bir şeyler dönüyor, herkes farkında ama kimse ne olduğunu sorgulamıyor...Neden susuyorlar? Kimden korkuyorlar? Belli değil. Şimdi ise geleceği parlak, zeki bir...