Rektörün odası düşündüğümden daha küçüktü. Ahşap bir çalışma masası, önünde tekli deri koltuklar, kitaplık, duvarda bir adet manzara tablosu ve odanın köşesinde duran saksıda ficus bitkisiyle tamanen sıradan bir öğretmen odasıydı.
Kapıyı açıp içeri girdiğim an, Ekrem Hoca ile kafasını masasının üstünde duran kağıtlardan kaldırıp bana baktı. Yüzüme zoraki bir gülümseme yerleştirerek "Merhaba hocam, beni çağırmışsınız." diye dikildim kapının önünde.
Önce kolundaki saate baktı, sonra gözlüğünü burnunun ucuna indirip gözlerini kısarak yüzümü dikkatle inceledi. Birkaç saniyenin ardından sanki aniden kim olduğumu anlamış gibi kaşlarını kaldırdı.
"Ah evet, hoşgeldin. Gel otur," diye eliyle masasının önünde duran koltukları işaret ettiğinde derin bir nefes alıp ona doğru yürümeye başladım. O sırada gözlüklerinin arkasından beni baştan aşağı dikkatle süzmüş sonra ise boğazını temizlemişti.
Koltuklardan birine geçip oturdum. Tam olarak ne söylemem, konuya nasıl girmem gerektiğini bilmiyordum, o yüzden aramızda birkaç saniye süren tuhaf bir sessizlik oluşmuştu.
"Cemal mi? Can mı? Yoksa Cemal Can mı?" dedi sordu Ekrem Hoca, sessizliği bozarak. Böyle bir soru beklemediğim için şaşırmıştım ama yine de cevapladım onu.
"Can demeniz yeterli."
"Güzel. Pekala Can, seni buraya neden çağırdığımı tahmin ediyorsundur herhalde." diye tok bir sesle konuştuğunda dudaklarımı birbirine bastırıp başımı salladım.
"Ediyorum hocam."
"Açıkçası senin gibi başarılı ve üst düzey bir öğrencinin, bu kadar seviyesiz bir olayın içinde bulunması beni çok büyük bir hayal kırıklığına uğrattı."
Ekrem Hoca konuşmaya devam ettikçe ben daha fazla geriliyor, korumaya çalıştığım sakinliğim yavaşça kayboluyordu. Bacaklarımı istemsizce sallamaya başlamam bunun belirtilerinden bir tanesiydi.
"Evet farkındayım ve bu konuda çok üzgünüm." dedim hocanın yüzüne bakmadan. İnsanlarla konuşurken, onların gözlerine bakamamak gibi bir huyum vardı. Yani konuştuğum kişinin yüzü dışında odanın her köşesini izlerdim, bu küçüklüğümden beri böyleydi.
"Daha kötüsü ise bu olayın internete düşmesi. Dün gece öğrencilerden biri seni videoya çekmiş ve ne yazık ki, videonun yayılmasının önüne geçemedik. Başlığında üniversitemizin adı geçen bir video tek gecede yüz binlerce izlenme aldı. Bu yaptığının bizim gibi prestijli bir üniversitenin adına ne kadar büyük bir rezalet olduğunu anlıyorsun, değil mi?"
Sinirle dişlerimi birbirine sıktım. Sanki olay sadece benim suçummuş, ben durduk yere deli gibi birilerine saldırmışım gibi konuşuyordu. Burada içimden gelen şey ona itiraz etmek, olaylara tamamen tek taraflı baktığını söylemekti ama yapmadım. En azından bugün, mantığımla hareket etmem gerekirdi.
Geleceğim, bu adamın benimle ilgili vereceği karardan asılıydı. Belki de okuldan atılmamam için küçücük bir umut vardı ama şimdi rektörle ağız dalaşına girersem onu da kaybederdim. O yüzden derin bir nefes alıp sakinliğimi korumaya ve hatasından pişman olmuş olgun bir genç imajı çizmeye çalıştım.
"Haklısınız. Dün gece olanlar nasıl oldu ben de bilmiyorum. En az sizin kadar kendimi de hayal kırıklığına uğrattım. Onların nasıl insanlar olduklarını, beni bilerek tahrik ettiklerini anlayıp kendini kontrol etmem gerekirdi ama yapamadım."
Hızlı hızlı konuştuktan sonra gözümün ucuyla Ekrem Hoca'nın suratına baktım, dediklerime katılıyormuş gibi bir ifadesi vardı. Bu beni daha da cesaretlendirmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MECZUP
Misterio / SuspensoBir akıl hastanesi düşünün...Çalışanları tuhaf, yemekleri tuhaf, hastaları tuhaf...Ortada bir şeyler dönüyor, herkes farkında ama kimse ne olduğunu sorgulamıyor...Neden susuyorlar? Kimden korkuyorlar? Belli değil. Şimdi ise geleceği parlak, zeki bir...