Yatağımın içinde gözlerim açık bir şekilde bekliyordum. Bu şekilde geçirdiğim kaçıncı dakika ya da kaçıncı saat olduğunu bilmiyordum, zaman kavramını kaybetmiş gibiydim. Tek bildiğim, sıkılmama rağmen uykumun gelmiyor olmasıydı. Bunu da hissettiğim sabırsızlık ve çocukça heyecana bağlıyordum; Barış'la zaman geçirecek olma fikri beni gereğinden fazla sevindiriyordu.
Kapımın yavaş ve dikkatli bir şekilde açılma sesini duyduğum sırada gözlerim tavandaydı. Dirseklerimin üzerinde doğrulup o yöne doğru baktım, ayın loş ışığında kapının eşiğinde beliren uzun boylu silueti görünce istemsizce gülümsedim.
"Barış?" diye fısıldadım, mümkün kadar alçak bir sesle.
"Uyumamışsın," diye yerinden kıpırdamadan beni yanıtladığında başımı iki yana salladım. "Hadi gel."
Üzerimdeki yorganı ittirip terliklerimle parmak uçlarımda ona doğru yürüdüm. İkimiz de çıktıktan sonra kapıyı kapattı Barış ve böylece artık karanlıkta yürümeye aşina olduğum koridorda yürümeye başladık.
İkimiz yanyana ilerlerken hızlı nefes alış verişlerimiz ve zemine basan ayaklarımızın çıkardığı sesler dışında bir ses yoktu etrafta.
"Yorulmuyorsun, değil mi?" diye sordu Barış, gözünü önünden ayırmadan.
"Neyden?"
"Gece takılıyoruz, yeteri kadar uyuyamıyorsun falan. Sabah egzersizlerde zorlanacak mısın?"
Alt dudağımı öne çıkardım. "Hayır. Hem de hiç."
Kısa bir süreliğine dönüp yüzüme baktı, karanlıktan dolayı suratında nasıl bir ifade olduğunu göremedim. Neyse ki tekrar önüne döndü ve yürümeye devam ettik. Şu gece vakti birilerinin beni odamdan alıp bilmediğim bir yerlere götürmesi olayını fazla sevmiştim galiba.
Önce geçitle A koğuşuna geçip, sonra en üst kata kadar merdivenleri çıktık. Bir asansör yok muydu da bana bu kadar merdiven çıkararak eziyet etmişti, bilmiyordum. Tek bildiğim, en son kata vardığımızda Barış'ın koridorda son hız yürümeye devam ettiği ve benim de söylene söylene peşinden gittiğimdi.
Sonunda diğer kapılardan farklı, beyaz, tahta bir kapıyı araladı, ışığı açtığında karşımıza küçücük bir dolabı andıran oda çıktı. Odanın içinde duvara dayalı bir merdiven dışında bir şey yoktu.
Aklıma aniden dank eden gerçekle kaşlarımı kaldırdım. "Barış...Çatıya mı çıkıyoruz?"
"Hı-hım." diye beni onaylayıp merdiveni çıkmaya başladığında arkası bana dönük olsa da inanamayarak baktım ona.
"E bu şimdi mi söylenir? Önceden söyleseydin üstüme bir şeyler alırdım, soğuk olacak yukarısı kesin."
Söylenerek Barış'ın arkasından basamakları birbir çıkarken kalçasını kesmemek için zor tutuyordum kendimi. En sonunda bir kapağa ulaştık, Barış kilidi açtıktan sonra kapağı iterek araladı ve o saniye rüzgarın uğultusu kulaklarımı doldurdu.
"Üşüyeceğini sanmıyorum." dedi, yavaşça kapaktan dışarı çıkarken. Daha sonra hafifçe eğilip elini bana yardım etmek için uzattı. "Yine de üşürsen, battaniye var, ona sarılırsın."
Ekim ayının ortasında, bir dağın başında, gecenin bir vakti, üzerimde sadece incecik tişörtle çatı katına çıkıyorum ve beyefendi üşüyeceğimi sanmıyormuş. Bana uzattığı elini kavrayarak ben de çıktım kapaktan, hafif rüzgar vücudumu okşayıp geçerken Barış'ın kapağı kapatışını izledim.
İlk başta üşüdüğümü zannedip kollarımı etrafıma doladım ama şaşırtıcı bir şekilde üşümüyordum. Sanki bahar rüzgarı eserken bir parktaymışım gibi hissediyordum en fazla. "Nasıl olur..." diye fısıldadım kendi kendime ama Barış'a bir şey söylemedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MECZUP
Misterio / SuspensoBir akıl hastanesi düşünün...Çalışanları tuhaf, yemekleri tuhaf, hastaları tuhaf...Ortada bir şeyler dönüyor, herkes farkında ama kimse ne olduğunu sorgulamıyor...Neden susuyorlar? Kimden korkuyorlar? Belli değil. Şimdi ise geleceği parlak, zeki bir...