Odamızda herhangi bir saat bulunmadığı için gecenin kaçı olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu. Tek bildiğim on biri çoktan geçmiş olmasıydı çünkü aynen Evrim Hanım'ın söylediği gibi saat on bir olunca B koğuşunda bütün ışıklar bir anda sönmüş, odamızın kapısı ise otomatik olarak kilitlenmişti. Küçük lambalarımız olmasaydı oda tamamen zifiri karanlığa bürünmüş olurdu.
Yatağımda sırt üstü uzanmış, ellerimi kafamın altında birleştirmiş bir şekilde tavanı izliyordum. Şu an uyuyor olmam gerekirdi çünkü yarından itibaren sözde tedavime başlayacaktım. İlk günümde yol yorgunu olduğum için dinlenmeme karar verilmişlerdi, o yüzden öğle yemeğinden sonra odamda boş boş oturmuştum.
Alican yemekten sonra yine gitmişti ve geri döndüğünde yine yorgun ve ter içindeydi. Beden dersinden dönen bir öğrenciye benziyordu ama bunun ruhsal tedaviyle ne alakası olduğunu anlamıyordum. Akşam yemeğinden sonra onunla konuşmayı, buraya nasıl geldiğinin hikayesini öğrenmeyi umuyordum ama odaya döndüğümüz an Alican kendini yatağa atıp arkasını dönerek uyumuştu.
Kafamda oturmayan bir sürü şey vardı. Alican'ın garip davranışları bunlardan sadece bir tanesiydi. Ufuk Gündüz ve kaybolan hastalarla ilgili okuduğum şeyler, Barış'ın kaçamak cevapları, Danla'nın sözleri, yemeklerin temizlik malzemesi gibi kokuyor olması... Bütün bu cevapsız sorular beynimi meşgul ettiği için gözüme uyku gitmiyordu. Önümüzdeki dört ay boyunca beni ne beklediği tamamen belirsizdi ve başıma bu belayı ben kendim açmıştım.
Kendime sövme seansımı bozan şey aniden sessizliğin içinde duyduğum hıçkırık sesleri oldu. Gözlerimi tavandan ayırıp sağa baktığımda hıçkırıkların, geceden beri yanımda uyuduğunu zannettiğim Alican'dan geldiğini farkettim. Sırtı bana dönük bir şekilde yatsa da omuzları silkeleniyordu ve sanırım ağlıyordu.
"Alican...Uyanık mısın?" diye sordum kararsız bir sesle.
Önce cevap gelmedi. Ama hıçkırıklar devam ediyordu. En sonunda yerimden kalkıp ona yaklaştım ve çıplak omzuna dokundum.
"Alican?"
Yüzüne doğru eğildiğimde uyuyor gibi gözükmek için gözlerini sımsıkı kapatmış olduğunu gördüm ama benden kaçmazdı. "Uyanık olduğunu biliyorum." dedim düz bir sesle.
İşte o zaman yavaşça vücudunu bana doğru döndürdü. Yüzüne vuran zayıf lamba ışığı, onun kızarmış gözlerini ve ıslanmış yanaklarını aydınlatmıştı. Gerçekten ağlıyordu.
"İyi misin?" diye sordum, yatağının yanında diz çökerek.
Anlık paniğe kapılmıştım çünkü ağlayan insanlara yardım etme konusunda en berbat insan olabilirdim. Elim ayağıma dolaşırdı, ne söylemem, ne yapmam gerektiğine bir türlü karar veremezdim.
Önce birkaç saniye sustu Alican. En sonunda konuştuğunda sesi güçsüz ve aciz çıkıyordu.
"Uyuyamıyorum..." diye fısıldadı göz yaşları yanağından süzülmeye devam ederken. "Çok yorgunum ve uyuyamıyorum."
"Neden? Bir yerin mi ağrıyor?"
Alican yattığı yerden doğrulup yatakta oturur pozisyona geçti ve birkaç saniye gözlerime boş boş baktı. O birkaç saniye, fırtınadan önceki sessizlik gibiydi çünkü birden bire ipler kopmuş gibi hönkürdü ve sessiz ağlaması bir anda şiddetlendi.
Kafasını ellerinin arasına saklayıp yüksek sesle ağlamaya başladığında ne yapacağımı iyice şaşırmıştım.
"Dayanamıyorum artık!" diye ağlamalarının arasından zorlukla konuştu. Diz çöktüğüm yerden kalkıp yatakta yanına oturdum ve kollarımı etrafına sararak onu sakinleştirmeye çalıştım. Kollarımın arasında titremelerinin güçleniyor olması, pek başarılı olmadığımın kanıtıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MECZUP
Mistero / ThrillerBir akıl hastanesi düşünün...Çalışanları tuhaf, yemekleri tuhaf, hastaları tuhaf...Ortada bir şeyler dönüyor, herkes farkında ama kimse ne olduğunu sorgulamıyor...Neden susuyorlar? Kimden korkuyorlar? Belli değil. Şimdi ise geleceği parlak, zeki bir...