+ Hep böyle misin? İnsanlara karşı fazla anlayışlı, hiç sitem etmeyen, bağırmayan, hayır diyemeyen, alttan alan, sürekli özür dileyen biri misin yani? Ya da neden böylesin?
- Korkuyorum.
+ ???
- İnsanları incitmekten işte.
+ Neden ama?
- İncinmenin ne demek olduğunu, incinen insanın neler hissedebileceğini bildiğimden.
+ Çok mu incindin?
- Pek sayılmaz. Yani gözümü biraz dışarıya çevirdiğimde görüyorum ki ne acılar, ne hasarlar, ne yaralar var. Ben birkaç çizikle yırttım bu hayat denen savaştan. En azından şimdilik. Ama böyle olması gerekmez mi? Ben hiç incinmemiş dahi olsam insanları incitmekten kaçınmamalı mıyım? Sessiz kalmak karşındakini vicdan muhakemesine itelemez mi? Ben anlayışlı olsam ve karşımdaki insan da benim gibi olsa ve diğerleri de, daha az zararla bitmez mi bu savaş? Yani galip gelmek zaten imkansız ölümsüzlük keşfedilmezse; hepimiz yenileceğiz. Hepimiz herhangi bir şeye yenileceğiz. Belki bi arabaya, tutmayan frene ya da sarhoş bi şoföre, belki bi mermiye, belki strese, belki yer çekimine, belki bi hastalığa, belki teröre, belki töreye, bi insana, kimisi uyuşturucuya, belki yanlış teşhise, belki bir jiletin cazibesine, belki suya ya da elektriğe ya da ateşe vesaire işte; elbet yenileceğiz. Ama bugün ama yarın. O halde neden daha az zarar için çabalamayalım?
+ Bu çok ütopik bi hayal.
- Ama ütopyalar güzeldir.*
+ Bence yanılıyorsun. İnsan incinmeli. İncinmeli ki iyileşirken mutlu olacak bi sebebi daha olsun. Ki insan nankördür Abese'nin 17. ayetinde geçtiği üzre. Yani sen hiç ağlamazsan gülmek ne kadar güzel hissettirebilir ki? Hastalanmazsan sağlığın ne kıymeti var? Her gün her adımında bacaklarının varlığı seni mutlu ediyor mu? Hayır. Onların farkında bile değilsin. Ya da her nefeste bi tüpten yardım almadan doyasıya soluk alabildiğin için, içini mutluluk kaplıyor mu? Kaybettiğinde çoğu şeyin kıymetini daha iyi kavrarsın. Bu fıtratımızla ilgili. Ve doğayla belki. Aydınlık da karanlık da gerekli yani. İncinmeliyiz. Çok klişe olacak ama demir gibi yanarak ve dövüle dövüle şekillenir insan dediğin. Daha az zarar diye bi şey de yok ki güzelim. Aldığın her nefes, uyandığın her yeni gün, hatta bu savaşın ta kendisi zararlı. Hem düşün ki bahsettiğin gibi bi hayatı geride bırakmak mı daha kolay yoksa incindiğin, hırpalandığın, yorulduğun bi hayatı geride bırakmak mı? Buraya bu kadar alışmak, uyum sağlamak bana gülünç geliyor doğrusu. Ölmeye programlıyız, doğmadan dahi ölenlerimiz var hani, o halde ölüm gibi bi gerçeğin karşısında "daha az" zarardan kime ne? Ya da etkisi ne? Susmak ve daima özür dilemek de incitmez mi, yormaz mı insanı? Dışarı çık ve ağız dolusu oksijeni çek içine, sonra bağır! İtiraz et! "Siz beni üzdünüz ulan!" de. Sor; "Beni neden üzdünüz?" diye. Ağlat gerekirse. Çek git birilerini terk et. Gırtlağına yapışsalar son nefesinle küfret. Hayalarına tekme at şu hayatın. O pembe gözlükleri çıkar, at yere, bas üstüne. Bi ağaç gibi gövdene atılan çiziklere haykır artık. O çakıyı al ellerinden, daya boğazlarına, öfkelenmen gereken yerde susma daha fazla. Dilini kesseler ellerinle çığlık at, feryat et, ağıt yak. Şu ihtiyar gezegende bir zelzele de sen yarat, biraz da sen örsele! Nefesinin tükenmesine ne hacet, susuyorsan çoktan yenilmişsindir zaten. Yetmedi mi yitirdiğin vakit?
-Mavi Tuğba Karademir
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Küçük Bey'in
Poesía"Küçük bir Beyefendi, düşüncelerini yazarken belki sizde orada olursunuz." Okunacak o kadar sayfa varken hepsini bir güne sığdırma. Sonbahar kapıdayken sıkıldıkça oku.