(Dongju)
Keonhee sessizce ağlarken abisi Woong'u çekip aldı. O kapıya ilerleyince abim de beni çekiştirdi. Çıkmamıza izin vermeyecek gibi duruyorlardı.
"Eğer çekilmezseniz sizi mahvederim. Ne olduğunuz umurumda değil. Bunu yaparım Seonghwa!"
"Bırakın, bırakın gitsinler."
Gunhak Seonghwa'ya hüzünle baktığında ilk kez onlardan olmak istemiştim. Belki aşk bizi öyle bir evrende karşılaştırsaydı, aramızdaki benim için sadece hayatın mucizesi olurdu. Şimdi ise korkmuş, şaşırmış ve üzgün bir haldeydim.
Dördümüz bizim eve girdiğimiz an abim kapıyı birkaç kez kilitledi. Bana sımsıkı sarılıyordu.
"Özür dilerim Dongju. Seni daha önce onlarla evde yalnız bıraktım. Çok korkuyor olmalısın. Lütfen beni affet."
"Youngjo, bunu sonraya sakla hm? Daha bize gideceğiz. Hadi, bir an önce eşyalarınızı alın."
Abim Seoho'nun söylediklerinden sonra gözlerime hüzünle baktı.
"Sadece özel eşyalarını al, tamam mı? Ayrı kalamayacağın şeylerden en fazla iki valiz yapabilirsin. Söz, sana çok daha iyilerini alacağım."
Dolu gözlerimle son kez bakıp odama gittim. Woong beni sessizce takip ediyordu. Odama girip kapıyı kapattı ve yatağıma çekinerek oturdu.
"Özür dilerim Dongju. Sanırım benim yüzümden gidiyoruz."
"Aklından ne geçiyordu?"
"Sadece bilmek istedim."
"Neyi?"
"Daegu'ya ilk geldiğim gün gördüğüm o güler yüzlü adamın beni gerçekten sevip sevmediğini."
"Ne? Siz gerçekten daha önce karşılaştınız mı?"
"Evet, ama buraya taşınırken bilmiyordum. Beni hatırlamadığını sanıyordum."
"Peki az önce, öğrendin mi?"
"Evet, hem onun bir canavar olmadığını, hem de beni sevdiğini öğrendim."
"Peki şimdi ne hissediyorsun?"
Bir yandan valize bazı eşyalarımı koymaya çalışıyordum. Abimin aldığı hediyelerden oluşan bir sürü koleksiyonum vardı. Onları asla bırakamazdım.
"Beni boşver Dongju. Asıl senin aklından ne geçiyordu?"
"Ne zaman?"
"Ona nefret ettiğini söylerken."
"Ben... Sadece berbat hissediyorum. Hislerini bir kez bile ondan duymadım. Yine de bana başını çevirdiğinde öfkeme yenildim."
"Canını acıtmak istedin, değil mi?"
"Hmhm."
"Onu çok mu seviyorsun?"
"Sanırım buna aşk deniyor. Bilmiyorum, ben ne olduğuna emin değilim. Fakat abim öyle olduğunu söylüyor."
"Artık neye yarar ki..."
"Haklısın, bir an önce toplanmalıyız."
Cüzdanımı valizin bir köşesine sıkıştırıp banka bilgilerime uzandım. Son anda masamdaki yeşil kalemi alıp aşağı indim.
Abimin elinde sadece küçük bir çanta vardı. Elimden büyük valizi çekip gülümsedi.
"Ben taşırım."
"Senin eşyaların nerede?"
"İşte burada."
Çantayı gösterip tekrar zoraki bir gülümseme verdi. Ne yani, bir servet harcadığı kıyafetlerini, sırf ben daha fazla eşya alabileyim diye bırakıyor muydu?
"Hazırsanız bize gidelim."
"Hazırız Seoho, ama önce dışarıyı kontrol edeyim."
Abim önden çıkıp etrafa baktı. Sonra birlikte onların evine geçtik. Tam kapıyı kapatacakken Gunhak'ı gördüm. Bizi görünce adımlarını hızlandırdı.
"Siz eşyalarınızı toplayın. Dongju, sen de onlarla git. Ben burada bekleyeceğim."
"Abi..."
Onlar odalarına gittiğinde abime sıkıca sarıldım.
"Sana zarar vermek isteyebilir."
"Abi ben... Ben buna inanmıyorum."
"Neye inanmıyorsun?"
"Gunhak, beni gerçekten seviyor. İncitmek istediğine inanmıyorum."
"Buna nasıl emin olabiliyorsun?"
"Ona nefret ettiğimi söylediğimde görmedin mi? Üstelik o benim yüzümden artık acı çekiyor."
"Kendini suçlu hissetmek zorunda değilsin Dongju."
"Suçlu hissetmiyorum, sadece çok seviyorum ve bu artık ağır geliyor."
"Bebeğim, şuan sağlıklı düşünemiyorsun. Sakinleş ve arkadaşına yardım et."
"Abi izin ver. Bırak onunla konuşayım."
"Dongju, lütfen sözümü dinle hm?"
"Abi, böyle gidemem anlamıyor musun? Bugüne kadar sözünden hiç çıkmadım, ama bugün yapamam. Lütfen izin ver."
"Ya sana bir şey yaparsa?"
Yaşlarım benim iznim olmadan akarken gözlerine baktım.
"Bu benim için en güzel ölüm olur."
Abim duyduğu şeyden sonra üzülerek kapının önünden çekildi. O sırada Gunhak çoktan bahçeye girmişti.
"Dongju çık dışarı!"
Dışarı çıkar çıkmaz kapıyı tekrar kapattım. Gunhak, çenesinden kanlar süzüldüğü halde dik durmaya çalışıyordu.
"Sen... Yoksa..."
Birilerini mi katletmişti? Yüzündeki kanlar, bir insanın kanı mıydı? Belki de birkaç...
"Dongju, beni gerçekten sevmiyor musun? Benden nefret mi ediyorsun?"
Bana bir adım attığında yutkundum. Geri çekilmeye niyetim yoktu. Birkaç adımda yanına gidip gözlerine baktım. Neden göz bebekleri artık iri değildi?
"Gunhak, sana ne oluyor?"
"Söyle, bunu duymam gerek. Lütfen, lütfen beni sevdiğini söyle."
Ağzından tekrar kan geldiğinde yalpaladı. Onu tutmak için bir adım daha attığımda durmamı işaret etti.
"Gunhak!"
"Yalvarırım bana cevap ver."
"Seni çok s-seviyorum. Çok fazla..."
"Ben de, ben de seni çok seviyorum masum meleğim."
Ağzından kanlar akarken kollarımın arasına yığıldı. Bu olamazdı. Böyle bir son olamazdı.
"Gunhak! Gunhak uyan! Yalvarırım aç gözlerini! Sen ölmezsin ki! Sana bir şey olmaz biliyorum. Lütfen tekrar sonsuz gücünü kullan ve uyan! Lütfen..."
Sona doğru sesim kısılırken hıçkırıklarımı serbest bıraktım. Ona ne oluyordu? Neden ölü gibiydi? Yoksa kendine bir şey mi yapmıştı?