Okumadan önce 🌟'a basmayı ve satır içlerine yorum yapmayı unutmayın kuzularım!Keyifli okumalar.
11
"Onun her hareketi benim zaafımdır,
Onun parmağını kaldırışı aklımı kaybedeceğim bir heyecan,
gözlerini kapatması benim için kalbimde dayanılmaz bir ağrıdır.
Gözümün önünde davranışlarını sergileme sevdiceğim,
zira ben yaprakları sararmış ağaçlardan ancak birisiyim.
Sen her aleyhime ismimi zikrettiğinde
Ben usul usul düşüp
en sonunda yere çakılarak
Ölüveririm.
Çünkü ben, sana korkunç bir biçimde aşık,
Sararmış,
kenarları
solmuş bir yapraktan ibaretim."あ
İskandil, hayatımın farklı tarafına açılan bir pencere gibiydi benim için. Sanki yaşamım bir küçük odadan ibaretti ve İskandil, oraya gizlenip daha önce hiç açılmadığı için kenarları tozlanmış bir pencereydi. Yaramaz bir çocuk gibi usulca köşeye sinmiş, onu sobeleyene kadar hiç ortaya çıkmamıştı. Öyle sebat doluydu ki hayatıma yol gösterecek okulun penceresinin önünden defalarca geçmeme rağmen doğru vakti bekleyip o noktada hiç hareket etmeden durmuştu.
Bir gün o pencereyi sobeledim.
Paslanmış kilidini güçlükle ileri geri baskı uygulayarak sonunda yerinden kırıp camı açtım.
Ve şimdi buradayım, hayatımın çok farklı bir penceresinden soluklar alıp veriyorum.
Beni yine tamamen yaşatmayacak bir yolda olduğumu biliyorum ama beni öldürecek kadar vurucu olduğunu hiç sanmıyordum.
Yazdığım yazının üstüne Dilhun'un yediği kurabiyelerin kırıntısı gelince elimle ikinci kez tekrar itip kırıntıların masadan düşmesini sağlarken tersçe ona baktım. Hiç takmıyormuş gibi sinir bozucu bir ifade ile sırıtarak bana bakıyordu.
"Bir kere daha aynı şeyi yaparsan o paketi ambalajıyla birlikte gırtlağına sokarım."
Sırıtan yüzü saniyelik bozulsa da ifadesini geri toplamıştı.
"Bu kurabiye çok dökülüyor, hep diyorum Ali abiye bana dökülmeyeninden versin diye ama yok, adam beni tanıyor malum. Ben de onu çok yakından tanıyorum, kıyamıyor en lezzetlisini veriyor bana."
Elimde tuttuğum kalemi sıktım. "Coşkun."
"Ne?"
"Kantincinin adı, Dilhun. Ali değil, Coşkun."
Dilhun'un çiğneyen dudakları dondu. Sağ yanağındaki koca şişliği unutmuş gibi koca gözleriyle bana bakıyordu. Bozularak "Tutmadı mı be? Ne zaman sallasam ya Ali ya da Ahmet tutardı ülkenin yarısı bu iki isimden birini şart bildiği için." dedi havası sönmüş sesiyle.
Gözlerimi devirirken "Bu sefer tutmadı demek ki..." diye ağzımın kenarından konuştum. O ise hala bunu kendine yediremiyor gibi şaşkın ve hareketleri tutuktu. Öne doğru ciddi bir konudan bahsedecekmiş gibi eğilirken "Ya Buğlem, emin misin sen? Bak bu durum Ömer isminden hemen sonra yanına Faruk adını eklemeleri gibi bir şey yani. Yüzde yüz."
Elimi kaldırıp avcumu yüzüme yaslarken sessizce gülmeye başladım. Bazen öyle şeylere dikkati dağılıyordu ki adamı delirtmek ile gülümsetmek arasındaydı tavırları.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÇOBANA SÖYLE O MASUM
Teen FictionBuğlem; İskandil Lisesi'ne adımını attığı an, kaderi taşları yerlerine koymaya başlamıştı. . Ünü dört bir yana zehir gibi yayılmış okul, İstanbul İskandil Lisesi. Bir cinayet. Tehlikeli rekabet. Ninni gibi kulaklara fısıldanan ihanet. Yeminler üzer...