on bir, park

648 76 20
                                    

İyi okumalar

Kar taneleri gökyüzünden yeryüzüne düşerken beyaz taneler açık pencereden içeri, genç adamın dirseklerini yasladığı masanın üzerine konuyordu. Kaybolan taneleri izlemek garip bir şekilde rahatlatıcıydı. İçi viski dolu bardağını elinde çevirdi ve son birkaç saattir yaptığı gibi dışarıyı izlemeye devam etti. Ne kadar içtiğini hatırlamıyordu. Vücudu bir türlü uyuşmuyor, hisler peşini bırakmıyordu. Aksine, sanki şiddetleniyordu. İçeri giren rüzgar uzun saçlarını uçuşturdu. Soğuktu, üşütebilirdi. Bardaktaki viskiyi birkaç yudumda içtiğinde boğazı yandı. Tüm vücuduna yayılan sıvı onu sıcak tutuyordu.

Kapısının önünde hareketlenme olduğunda kafası kapıya döndü. Babası içeri kahkahalarıyla girdiğinde yüzü buruştu. Ses kaldıracak halde değildi, kendisi bu haldeyken birilerinin gülmesi onu sinirlendiriyordu.

İçer giren adam kapıyı sertçe kapattı. Elinin ayarı yoktu, hafiften de sendeliyordu. Ona bakmak istemedi. Yüzüne vuran soğuğa, kar tanelerine döndü. Yaklaşan adım sesleri masanın yanında durdu.

"Ne yapıyorsun burada bir başına, neden ayrıldın? Aşağıda bir eğlence var ki bitmek bilmiyor!" Babasının gülerek anlattıklarına cevap vermedi. Ağzını açacak hali bile yoktu. "Sen iyi misin evlat?" Adam cam kenarına yürüdüğünde ve camı kapattığında ağzını açar gibi olup kapattı. "Hava buz gibi. Üstün de çok ince. Ne yapıyorsun cam kenarında?"

"Sıcak tutuyor." Bardağını babasına gösterdiğinde adam kafasını iki yana salladı ve oğlunun karşısına oturdu.

"Sanki yaşlı olan sensin de genç olan benim. Seni tanımasam çok zor şeyler yaşadın sanarım." Gözü seğirmişti genç adamın. Tekrar doldurduğu bardağı kafasına diklemişti.

"Ne bu halin?" Babası ciddileştiğinde kaşlarını çattı.

"Yorgunum." Cevap vermekte gecikmedi. Sahiden çok yorgundu, her anlamda yorulmuştu.

"Dinlenebilirsin. Yarın öğlene kadar işimi-" Adamın sözü kesilmişti.

"Ne zaman döneceğiz? Sıkıldım artık."

"Birkaç gün daha sürer." Genç adam ateş atan gözlerini babasına dikmişti.

"Dört gün dedin, bir hafta oldu. Tüm gün ayakta sağa sola koşturuyorum." Genç adamın sesi sertti. Sıkıntılı bir nefes verdi.

"İşten yakınmazdın hiç." Babası kafası karışmış görünüyordu.

"Bu iş yakınması değil. Herkesin yapacağı işi onlar bir halta yaramadığı için ben yapıyorum. Her şeye ben koşuyorum. Bay Song'un adamları doğru düzgün İngilizce bilmiyor bile. Adamın her şeyi kendisi gibi-"

"Jungkook." Babasının uyarıcı sesi konuşmasını böldüğünde gözlerini devirip cama döndü. Dilini ısırıyordu, zehrini saçmamak için direniyordu.

"Kevin ile konuşacağım. Bu konuda haklısın. Dinlenmeni sağlayacağım."

"Hayır konuşmayacaksın. Ben kendim konuşabilirim. Bu son toleransımdı."

"O halde yarından sonra dönüyoruz. Geri kalanını onlar halletsin. Canını sıkma. Kevin'a da diklenme. Bu işten çok iyi para kazanıyorsun."

"Ne diye kazanıyorsam, sanki bir işime yarıyor." Genç adam bardağını bitirirken Junghyun öylece oğluna bakıyordu. Bardağı oğlunun önünden alıp masanın ucuna koydu.

"Ne demek ne diye? Ailemizin ismini ve varlığını, doğacak çocuklarını önemsemiyor musun?" Genç adam cevap vermedi. Duymuş gibi de davranmadı. Öylece kar tanelerini izledi ve hiçbir şeyi önemsemediği gerçeğini söylemek yerine yuttu.

'through my chest' jikookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin