iki, gitti yine, son parçamı da götürdü

711 105 41
                                    

güzel yorumlarınızı bekliyorum

Yarı açık bıraktığım kapıdan içeriye soğuk vuruyordu. Ellerimin altındaki beyaz saçları örerken kendimi daha iyi ve güvende hissediyordum. Burası benim sığınmak için koştuğum yerdi. Atlara baktığımda kendimi hep iyi hissederdim. Sanki onlar da yıllardır benimle oldukları için üzgün olduğumu anlar, bana yanaşırlardı.

Uyandığımda üzerimde kalın bir şal vardı yalnızca. Hatırladığım tek şey Bayan Jeon'un omzunda içim çıkana kadar ağladığımdı. Hala çok ağlayasım var, içim susmuyor. Dindiremiyorum gözyaşlarımı.

Şimdi ise ipincecik gömleğimin içinden giren soğuk beni dinç tutuyor. Ağlamak istemiyorum. Sabahtan beridir hiç aynaya bakmadım ama baktığım anda ağladığım için pişman olacağımı biliyordum. Gözümün şişliğini sabah gözlerime anlık dokunduğumda bile anlamıştım. Güneş doğmak üzereyken uyanıp atlara baktım teker teker. Kilise hazırlıkları birkaç saate başlayacaktı. Yıkanmam ve yardıma koşmam gerekti lakin buradan çıkmak istediğimden emin değildim. O insanlar etrafımdayken de asla hazır hissetmeyecektim buradan çıkmaya. Aklımdan burada yaşamak bile geçmişti. Benim hak ettiğim yer o köşk değildi, burasıydı.

Beyaz atın saçlarını örmeyi bitirdiğimde yüzümde memnun bir ifade vardı. İki saatir ayaktaydım ve yapabileceğim her şeyi yapmıştım. İşim gücüm kalmamıştı ve artık eve girmem gerektiğini biliyordum. Korkudan bir adım dahi atamıyordum. Junghwa ablaya da mahcuptum. Eğer dün onu dinleseydim de hemen ayaklansaydım, ya da uzaklaşsaydım oradan bunların hiçbiri olmayacaktı. Amcasıyla arası bozulmayacaktı. Ayrıca Jungkook'u göreceğim diye ödüm kopuyordu. Bir dahakine de gözüme donuk bakarsa dayanamazdım. O bakıştan nefret ediyordum. His istiyordum gözlerinde.

Gitmeden önce de öyle bakmıştı bana. Bir şey demeden gitmişti. Paylaştığımız anıların hatrını saymadan o bakışı atmıştı bana. Aylarca gelmemiş, beni o fırtınayla yapayalnız bırakmıştı. Halbuki beni biraz da olsa önemsediğini sanıyordum. En azından bir vedayı hak ettiğimi sanıyordum. Tenezzül dahi etmedi. Öyle değersiz hissettirdi ki kendimden, benimle bütünleşen o derin duygulardan kurtulmak istedim. Ama yapamadım. Dediğim gibi, öyle bütünleşmiştim ki hislerimle içimden söküp atamadım. Kendime kıymak olurdu bu.

Ben de ne yapayım, hayaller kurdum. Umut ettim her seferinde, belki tekrar dokunur ellerimiz diye.

Bunu yapmayı bırakmalıydım. Her seferinde beni daha da dibe çeken bu hayallerimden kurtulmalıydım artık. Ellerimle yüzümü kapattım, kendime gelmeyi bekledim. Dün gece sinirle yere fırlattığım ceketi yerden alıp soğuk havaya attım kendimi. Derin nefesler alırken yavaşça yürüyordum. Köşkün kapısına yaklaştığımda bu sefer de hızlandım. Tıkladığım kapı açıldığı anda içeriye daldım ve merdivenlere koştum. Odama geldiğimde kapıyı ardımdan hızlıca kapattım. Koşarken nefessiz kalmıştım. Kimsenin beni bu halde görmemiş olmasını diliyordum. Üstüm başım kir toz içerisindeydi. Yatağıma oturup bir süre yerle bakıştım. Misafirlerin gidip gitmediğini merak etmiştim birden. Bayan Jeon'un dün kurduğu cümle gelmişti aklıma. O insanlar bu eve giremeyecekti değil mi? Böyle söylemişti. Gitmiş olmalarını gönülden diliyordum.

Kirli kıyafetlerimi çıkarıp yıkanmam gerektiğini biliyordum lakin gücüm bile yoktu kıpırdamaya. Bütün gücüm dün gece benden sömürülmüştü sanki. Bu akşam ablamın düğünü olacaktı ve ben yaşadığım bu onur kırıcı olaydan sonra onların olduğu ortama nasıl gireceğimi düşünüyordum. Gitmememeyi bile düşünmüştüm lakin bu bir seçenek olamazdı. Junghwa ablamın bana çok kırılacağını biliyordum. Kesinlikle gitmeliydim evet lakin hazırlanmak bekleyebilirdi değil mi? Kirli kıyafetlerimle kendimi yatağa bıraktığımda fazla düşünmedim gözümü kapatmak için.

'through my chest' jikookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin