üç, bu sadece senin ve benim bildiğim bir sırdı,

592 91 32
                                    

'biz' olamadık, bizim olamadı.

Kuş cıvıltıları içinde melodiler duyuyor muydunuz siz de? Birbirlerine şarkı söylediklerini sanırdım küçükken, fikrim hala da değişmiş değil aslına bakarsanız. Gözlerimi kapatmış, sandalyemde geri yaslanmışken şarkılarını dinliyordum kuşların. Ablam da bana eşlik ediyordu, son iki haftadır yaptığı gibi. Hiç yanımdan ayrılmadı, Minho'yu bile yanında getirdi. Aslına bakarsanız Minho sahiden samimi davranıyor bana, ablamın gözüne girmek için yaptığını biliyorum ama hoşuma gitti. Kendisine olan önyargım gitti biraz. Arkadaş olabiliriz gibi görünüyor, olduk bile sayılır.

Bu iki haftada kendimi mucize denilebilecek bir şekilde toparladım. Ben bile inanamadım ayaklandığıma. Toparlandım dediğimde işte yürüyebiliyorum, yemek yiyebiliyorum, fazla bir şey değil. Tam anlamıyla bu halden çıkmam mümkün mü bilmiyorum. Pek umudum yok ama en azından ablamla bir şeyler daha kolay ve huzurlu. Şimdi de beni zorla getirdiği gölün kıyısında beraber otururuyoruz. Güzel havanın tadını çıkartıyorduk.

"Çok iyi oldu buraya geldiğimiz, daha sık gelelim." Ablam yaslandığı yerden bana döndü.

"Güzel de uzak biraz. Yordun yine beni." Alaylı konuştuğumda ablam güldü.

"Fena mı oldu? Seni eski formuna kavuşturmamız lazım hemmmen."

"Söz verdim ya, döneceğim işte." Ablam zayıfladığım farkında olmuş olmalı ki endişeleniyordu benim için. Aslına bakarsanız ben bile bu kadar küçük kaldığımın farkında değildim ve fark ettiğimde dehşete düştüm.

"Derdin izin verirse tabii." Ablam kinayeli konuştuğunda önümdeki manzaraya döndüm. Ona anlatmaya söz verdiğim mevzudan bahsediyordu ve ben nereden başlayacağımı bile bilmiyor haldeydim. Arada korkuyordum, korktuğum zamanda ablamın kızmayacağını düşünmeye çalışıyordum.

"Anlatacağım." Sessizce konuştuğumda ablam sandalyesinde doğruldu.

"Biliyorum. Yalnızca... merak ediyorum biliyorsun. Aslında tahminlerim de var ama söyleyip seni daraltmak da istemiyorum. Sadece en kısa zamanda söyle bana yoksa çatlayacağım." Ablam önündeki manzaraya döndüğünde sıkıntılı bir şekilde iç çektim. Kalbim şimdiden hızla göğüs kafesime vuruyordu.

Adım sesleri duyduğumda arkamı döndüm ve bize doğru yaklaşan Minho'yu gördüm. Ona karşı mahçup hissetmiyor değildim. Evliliklerinin ilk günlerinde ablamı esir almış gibi hissediyordum. "Hava kararacak birazdan, eve gitmek için toparlansak iyi olur." Ablam eşine doğru hafifçe gülümsedi ve başını salladı. Uzun boylu adamın ona karşı olan ilgisi hoşuna gidiyor gibime geliyordu çünkü Minho ona karşı fazlasıyla anlayışlı davranmıştı geçtiğimiz günlerde. Ablam bile bu kadarını beklemediğini ve şaşırdığını dile getirmişti. Nedense içimde onların mutlu olacağına dair bir his vardı ve sevindiriyordu bu beni.

Ev halkı da her zamanki gibiydi bana karşı. Bay Jeon'un tavırlarında herhangi bir değişiklik yoktu, hatta bana öncekinden daha da çekilmezmişim gibi davranıyordu. Ailesiyle yaşadığım şeyden sonra kızının ve karısının benim yanımda olmasının onu sinirlendirdiğini bildiğimden karşısına bile çıkmıyordum. Jueun teyzeme ise anne dememek için zor tutuyordum kendimi. Lakin kendimi kabullenemiyordum, kim olduğumu bilmiyordum. Ona böyle seslenirsem beni sahiplenir ve kaybettiğinde şimdikinden daha çok kedere boğulur diye korkuyordum.

Onlarlayken her şey yolunda gibiydi. Jiyeon teyzem her zamanki şakalarıyla bizi eğlendiriyordu. Gücümü toparladığımda ise atlarla ilgilenmeye geri döndüm. Mina'nın işlerine yardım ettim. Onunla küçüklüğümüzden beri iyi anlaşırdık. Çok utangaç ve sevecen bir kızdı. Jungkook'la aynı yaştaydı. Jueun teyzem benimle birlikte okula gönderirdi onu. O gün azarlandığında yüzündeki sinmiş ifade beni üzmüştü. Bu hissin nasıl hissettirdiğini çok iyi bilirdim çünkü.

'through my chest' jikookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin