1.3

143 25 1
                                    

(Changkyun)

Atım hiç yorulmadan gelebilmişti sınırlara kadar. Geçtiğimiz dar patikada önümüze çıkan dallara uzanıp kılıcım ile hepsini yere sererken atımın dizginlerini çektim. Ateş... İşte oradalar. Yani ateşi söndürüyorlar. Hava neredeyse aydınlanmak üzereydi. Orduda gözüme çarpan bir değişiklik yoktu ve hem Jooheon, hemde Kral Yoo gayet iyi bir durumdaydı. Şükürler olsun ki krallığım geri çekilmişti.

"Sen kendine asker mi diyorsun?"

Ağaçların arasından bir ses... Hyunwoo. Nerede olduğuna bakmadan atımdan indim. Karşıma çıktığında epey bir sinirli görünüyordu, bu yüzden gerginlikle güldüm.

"Heeey, Hyunwoo adamım ne olduğuna inanamayacaksın-"

"Sence oyun mu oynuyoruz Changkyun? Koca bir krallık sırf sen kralı öldürebilesin diye savaşa hazırlandı ve buraya kadar geldi. Peki ya sen? Sen neredeydin?!"

Prensimin yanında...

"Şey.. İnan bana bu krallığın düzeni bizimkinden çok daha farklı."

"Farklı?"

"Demek istediğim korumayı sarayın içinden yapıyorlar. Bizim gibi bahçe ve avluda nöbet tutmuyorlar. Ayrıca.. Bir çok kez denememe rağmen dışarı adım attığımda hemencecik gördüler beni."

"Şaka gibi."

"Ama değil. Ön ve arka saflardaki bütün askerler oradaydı. Kaçmam imkansız görünüyordu.."

"Peki. Bana açıklama yaptın. Ya kralımız? Ona ne diyeceğim? Biz bütün gece onu bekledik ama o saraydan çıkamadı bile mi diyeceğim?"

"Sen söyleyince kulağa kötü geldi..."

"Çünkü öyle Changkyun. Anlamıyorum.. Bu görev ne diye bana değilde sana verildi?"

"..."

"Aldığın nefesler artık sayılı. Şunu iyi bil. Yakın bir zamanda önce sınırlara, sonrada kasabalara gelerek sarayda bir kargaşa çıkaracağız. O zamana kadar kendi çabanla öldürmeye çalış kralı. Öldüremezsen bunu senin yerine ben yaparım. Sen ise cezanı alırsın."

"..."

"Konuşma aptal. Krala gidip bir hata yaptığını söyleyeceğim. Sana iyi yolculuklar." dedi pekte samimi olmayacak bir şekilde. Bu defa kararım kesindi. Kral Yoo'yu öldürmeyeceğim. Ama yardıma ihtiyacım var.. Bunu birine söylersem ölümüm kaçınılmaz olurdu.

At üstündeki yerimi aldığımda daha fazla vakit kaybetmeden geldiğim yoldan dönmeye başladım. Ordu birazdan toparlanır ve dönerdi saraya. Onlardan önce gitmem beni açıklama yapmaktan kurtaracaktır.

(...)

"Changkyun, nereden geliyorsun?"

"Sadece biraz temiz hava almak istedim. Yani avluda."

Asker beni onaylayıp yeniden önüne döndüğünde merdivenlerden yukarı baktım. Bütün askerler hala burada bekliyordu. Prensin gelmesini bekliyorlardı çünkü o asla güneşin doğuşunu kaçırmazdı.

Bugün hariç. Ona verdiğim uyku tozu yüzünden kendine gelememiş olmalı. Üstümdeki suçluluğu anlatabileceğim tek bir kelime bile yoktu bildiğim. Kırmızı halının altında kalan basamakları çıktım teker teker. Ah dostum.. Gündoğumundan önce cidden inanılmaz bir hissi bahşetmişti bana. Sadece merak ediyorum.. Acaba o tozun herhangi bir yan etkisi olur mu? Sersemlettiğini biliyorum. Bunun dışında pek bir bilgim yok daha önce hiç kullanmadığım için.

Dün gönderdiğim 2 nöbetçi neredeyse uyuyacaktı. Anlıyorum onları. Adam akıllı bir uyku çekememişlerdi. Bu yüzden..

"Beyler.. Gidip bir şeyler yiyin. O zamana kadar burada bekleyeceğim."

| FIRST SNOW | ~❆❄❆~ ChangKiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin