(Changkyun)
"Changkyun, uzun zaman oldu dostum-"
"Joon! Buradasın, dinle beni şuan geri gitmeniz gerekiyor."
"Ne saçmalıyorsun sen ya?" diye gülmeye başladığında onu kenara çektim kimse görmeden.
"Saçmalamıyorum. Gitmeyeceğinizi biliyorum ama hiç değilse kimseyi yaralamayın."
".. Sen delirmişsin. Başka nasıl alacağız tacı? Yoo Krallığı'nın en iyi askerleri bize saldırırken 'Ah hayır yapmayın.' mı diyeceğiz?" Joon, krallığımdan bir asker. Odamı paylaştığım en iyi arkadaşlarımdan biriydi. Ama Jooheon ile tanışınca onu unutmuştum. "Çekil önümden." dedi beni ittirerek. Saklandığımız basamağın arkasından kalkıp bahçenin içinde ilerlemeye başladığında peşinden kalktım. Herkes her yerde birbirini öldürmeye çalışırken birliklerden biri sarayın içine sızmayı başarmıştı.
"Changkyun!" diye bağırdı Yoo Krallığı'ndan bir asker. "İçeri gir! Savaş onlarla asker!" Başkasını engellemeye çalışırken benimle konuşması canına bedel olmuştu. Cümlesi bittiği gibi kalbine saplanan kılıç gözlerimin kocaman açılmasına, titrememe sebep olmuştu. Her savaşta.. Gelmiş geçmiş katıldığım her savaşta sevdiğim birilerinin ölmesini uzun zaman atlatamazken şimdi işin içinden nasıl çıkacağımı hiç bilmiyorum..
Koşarak içeri girdiğimde taht salonununda bahçeden farksız olduğunu görmüştüm. Jooheon.. Gözüme çarpan ilk kişi portakal rengindeki saçları olan gençti. Kılıcımı kınından çıkarıp koşarak yanına gittim. Sırtımı sırtına dayadığımda kılıçlarımızı doğrulttuk gelmekte olan askerlere.
"Kral nerede?"
"Güvende." demesiyle olabilecek en şiddetli şekilde kılıcını savurdu düşmana doğru. Düşman demekte tuhaf geliyordu ya, doğup büyüdüğüm krallık, düşmanım.. Hah... Bana yaklaşan askere kılıcımı doğrulttuğumda şaşkınca durdu ve bana baktı. Bu sırada Jooheon çoktan rakibini yenmişçesine onun yerde yatan bedenine yaklaşmıştı. Onu öldüreceğini fark ettiğimde sesimi yükselttim.
"D-dur!" Aniden durup bana baktığında "Yapma." dedim. Tek kaşını kaldırıp bana baktı. Ardından da acıyla bağırdı. "Ne yapıyorsun?!" bağırdım yerden doğrulan askere. Elindeki minik bıçağı hiç çekinmeden Jooheon'un karnına batırmış, hızlıca geri çekmişti saniyeler içinde. "Jooheon! İyi misin?!" Yerde olan asker ayağa kalktığında tuttum arkadaşımı. Kanaması artıyordu. Korkuyla yarasını tutmasına yardım ettim. O ise güçlükle başını kaldırdı. Hızlı hızlı nefes alıyordu acı içinde bağırmamak için.
"Neden sana saldırmıyor..? Neden ona saldırmıyorsun?" diye fısıldadı. Bunu yaptığımda ordudan arkadaşım şiddetli bir kahkaha patlatmıştı. Onun sesinin yankılanmasıyla taht salonunda nefes alan tek kişilerin biz olduğumuzu fark etmiştim.
"Ne o Changkyun? Hala söylemedin mi onlara?" Alaycı bir tavır ile konuştuğunda Jooheon hızlıca benden uzaklaşıp yüzüme baktı yarasını umursamadan.
"Adını nereden biliyor?"
"..."
"Sen... Sen ne yaptın? Neden sana saldırmıyor?! Bana cevap ver Changkyun!"
Arkadaşım gülerek taht salonundan çıktığında başımı eğdim.
"Yaran-"
"Siktir et yarayı! Derhal açıkla bana olanları."
"..."
"Konuş!" diye bağırdığında gözlerimi kapattım.
"Ben.. Ben..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
| FIRST SNOW | ~❆❄❆~ ChangKi
FanfictionZamanın en hırslı krallarından biri, sınırlarını genişletmek adına Yoo Krallığı'nın kralını tahttan indirmeyi planlar. Ancak kimsenin koca bir orduyla bile yıkamadığı bu krallığı kendisinin istila etmesi o kadar kolay olmayacaktır. En iyi askeri ola...