•SOOJİN•
İnsanlar doğuyordu. Yaşıyor, bazen neden yaşadığını bile sorgulayamadan ölüyordu. Bazıları mutlu bir hayata, zengin bir aileye ve güzel bir sevgiliye sahip gözü arkada kalmayacak şekilde dünyayı terk ederken, bazıları zorlu bir hayata, ortalama bir aileye, en önemlisi aşka sahip olmadan ve hayata doymamışken bedenlerini terk ediyorlardı.
Biz de doğmuştuk.
Ben otuz üç yıl önce annemle babam için bir nimet olarak dünyaya gelmiştim. Onların göz nuru ilk kızları ve ilk tohumları olarak el bebek gül bebek, hiç bir şeyden mahrum bırakılmadan büyütülmüştüm. Ne sevgiye aç kalmıştım ne de bir tas yemeğe. Hatta sinir hücrelerimi doyuracak bir kardeşe bile sahip olmuştum yıllar sonra.
Aşkı tatmıştım. Kalbimin ne kadar deli atabildiğini öğrenmiştim.
Annelik hissini tatmasam bile annem ve babamın bana aşıladığı merhamet duygusu sayesinde anne, baba şefkatini tatmıştım.
Fakat en acı şekilde imtihana çekilmiştim.
İlk önce evin desteğini, sonra babamı, ardından ise kalbimin bir kısmını kaybederek yarım kalmıştım.
Ölümün en acılısını ilk kez deneyimlemiştim ve şimdi sorsalar tek zerresini unutmuş değildim.
Sonra yanımda olan anneme Jungkook'a, Sehun'a ve Jaehee teyzeye tutunmuştum. Yıllar daha doğru düzgün geçmemişken bu sefer sol yanımda tekrar derin bir sızıya sahip olmuştum.
Jungkook ile fikir ayrılığına düşmüş, oynadığı mükemmel rolü sayesinde onun bir hain olduğuna kanaat getirerek hayatımda yaşadığım en ağır yükle omuzlarım çökmüştü.
O, ölmemişti fakat ben ilk önce aşık olduğum adamı, sonra güvendiğim omuzu, ardından yine kalbimin bir kısmını kaybetmiştim.
Yaşayıp yaşayabileceğim en derin duygularla sarsılmışken yıllar sonra onun çıkıp gelmesiyle acım ve öfkem ikiye katlanmıştı. Fakat ben inkar etsem dahi çaresiz kalbim onun için özlemle kavrulmaya devam etmişti.
Biz hiç ayrılmamıştık fakat biz hiç bir araya gelememiştik. Biz bizdik fakat tam olarak biz olamıyorduk. Ya aramıza uzaklık ve öfke giriyordu ve kalbimizi daha büyük aşk için yoğuruyordu, ya da ölüm, ve kaybediş hissi girerek özlem ateşinde kavrulup bizi birer insan yapıyordu.
Şimdi yanımdaydı. O da doğmuştu ben ve herkes gibi. Hatta otuz dört yıl önce bu gün doğmuştu.
Benim yaşadığım acıların hepsini hiç eksiksiz yaşamıştı. Benimle aynı şey için savaşmış, benimle ağlamış, benimle gülmüş, benimle uyumuştu.
Bu gün büyük bir sevincin içindeydim. Yüzüm asla düşmüyor dudaklarım sabit kalamıyordu. Fakat yine de ayrı bir hüzünle çevrelenmiştim. Onca yılı arkamızda bırakmıştık ve bu gün yıllar sonra tekrar doğum gününde beraber olacaktık.
Aynı sevinç ve hüzünle elimde tuttuğum siyah kutuya bakıyordum. Aldığım hediyenin aslında bu olmadığını asıl hediyeyi akşam her keslerden uzak kaldığımızda verecek olmam beni daha da heyecanlandırıyordu. Bundan sonra ondan ne uzak kalmaya ne de onsuz bir hayata niyetim yoktu. Önümüzde bir engel de yokken verdiğim en doğru kararı vermiştim. Onun da çok sevineceğine emindim.
Elimde tuttuğum kutuyu yerimden kalkarak yastığımın altına güzelce yerleştirdim. Jungkook bu gün erkenden gittiği buluşmasından hâlâ dönmemişti ve ev harabeyi andıracak kadar berbat bir haldeydi. Onun gelmesini bekliyordum, geldiğinde evden uzak tutmak için dışarıda vakit geçirmek bahanesiyle dışarı çıkarmam gerekiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Good Traitor JK
Fanfiction"YETİŞKİN İÇERİK" Aşk, bir asker için ülkesinden daha mı değerlidir? •Başlama tarihi: ²⁰¹⁷-²⁰¹⁸