Tekirdağ'ın muhteşem havasına uyandığımız yeni günde Eslem'in yine! ısrarları sonucu ufak çaplı bir geziye çıkıyorduk. Uyandığından beri sayıkladığı tek şey göletti. Montlarımıza sarılıp botlarımızı giyerken bu soğukta gölette ne halt yiyeceğimizi sorguluyordum. Bana soran olsaydı buna gerek olmadığını kıçımızı devirip yatmamızı söylerdim ama kimse bana sormadı. Taşlık yolda ilerlerken önde Cihangir ardında ben ve benim ardımda Barlas ve Eslem vardı. Eslem yolun engebeli ve taşlı olmasından Barlas'a yardımcı olmayı seçmişti açıkçası mutluydum bu yönden. Soğuk havaya rağmen güneş hemen tepimizdeydi bu iyiydi yoksa donarken anın keyfini çıkarabileceğimi pek sanmıyordum. Ağaçlık bir alana girdiğimizde taşlı yol bitti karların arasında sıkışmış yeşil bir alan bizi karşıladı. Önümüze serilen yeşil gölet görülecek kadar değerliydi.
"Burayı özlemişim." Eslem çoşkuyla göle koşarken durmuş onu izliyorduk. Biz kesinlikle ruhu ölmüş üç kişiydik.
"Hadisinize!" göletin başında bize el sallayan Eslem'e gülüp ona doğru yürüdüm. Cihangir oturakları ve olta takımını yerleştirmek için düzenek kurdu Barlas yine bize seyirciydi. Göletin yanına geldiğimde donmamış olmasına şaşırmıştım.
"Harika değil mi?"
"Harika." kesin ve netti cevabım. Donan ellerimi montumun cebinde sakladım şimdi suya dokunsam kesinlikle biterdim.
"Hadi hazırlık yapalım." beni ardında bırakıp koşarak Barlas'ın yanına gitti. Barlas bıkkın bir tavırla ona yüklediğimiz eşyaları Eslem'e verdim. Ne kadar yüzünden memnuniyetsizim havası verse de içten içe huzurlu olduğunu görüyordum.
"Bir işe yarayacak mısın?" Barlas ve Eslem'e o kadar dalmıştım ki Cihangir'in yanıma geldiğini bile hissetmemiştim. İrkilip geriye çekildim.
"Ne?"
"Yardım et diyorum."
"Ne yapacağım?" harbiden ne yapacaktım ki? Elinde tuttuğu oturakları ayak uçlarımı bıraktı. Daha sonra elindeki oltaya bilmediğim birkaç işlem yaptıktan sonra sapını bana doğru uzattı. Dik dik baktım.
"Balık tutmasını bilmiyorum."
"Öğrenebilirsin." itiraz etmeden oltanın sapını aldım. Benim sorularımı beklemeden arkama geçti. Şimdi nefesi enseme vuruyor ve bu soğuk günde bile beni terletiyordu. Yutkundum ama az daha tükürüğümde boğulacaktım. Kollarını kollarımdan geçirdi ve deyim yerindeyse beni sarmaladı. Çenesini omzuma koyup oltanın sapındaki ellerimin üzerine ellerini koyup oltayı dik tuttu.
"3 dediğimde fırlatacaksın."
"Ne?" nasıl algılayabilirdim? Hemen arkamda duruyordu ve tek beden olmuştuk. Onu hissetmek bende bambaşka dünyalar yaratmıştı.
"Odaklan kül kedisi." senin sınırlarında bu pekte kolay olmuyordu.
"3!" ve ben tabi ki odaklanamadan oltayı onun yönlendirmeleri doğrultusunda göle fırlattık. Oltanın makarasındaki ipi ileri saldı ve doğru bir şekilde tuttu.
"Hisset." zaten hissediyorum diyemedim.
"Bence bu işte berbatım."
"Henüz denemedin." istemsizce başım çenesini koyduğum omzuna döndüğünde aramızdaki mesafe sıfırlandı. Bakışları bakışlarımı mıhladı nefesi nefesimi dağladı. Kalbim kafesini dönerken dudaklarım bir çift kelime için direndi. Bu his, hiç hissetmediğim tutkunun doruğuydu. Bakışlarının koyuluğuna an ve an şahit olurken onun neler hissettiğini delicesine merak ettim. Gözleri dudaklarıma indi dünya bizim için tutkusunu önümüze serdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NALAN.
ActionÇiçek yerine silah tutan, parfüm yerine barut kokanların hikayesi bu. Aşkın değil bir savaşın başlangıcına hazır mısın? && "Adının anlamını biliyor musun Nalan?" güldüm. "Annem ileri görüşlü bir kadınmış." "Sen feryat edensin, senin sesin ancak...