Bölüme geçmeden önce geçtiğimiz Cuma günü vahşice katledilen Özgecan Aslan'ı anmak istiyorum. Bu ülkenin nereye gittiği hakkında artık fikir yürütemez oldum ve tek emin olduğum, yolun hayırlı olmadığı. Kadınların, genç kızların hiçbir canlının hak etmeyeceği şekilde katledildiği, nesneleştirildiği fakat inatla "anneme, kız kardeşime kimse laf edemez, yan gözle bakamaz." düşüncesinin dile getirildiği bir dönemde yaşıyoruz. 20 yaşında gencecik bir kızdan bahsediyoruz. Geleceğin anne adaylarını, iş kadınlarını, ülkeyi kalkındıracak olan ve aynı şekilde ülke için çalışacak çocuklar yetiştirecek kadınlarımızı göz göre göre kaybediyoruz. Geleceğimizi toprağa veriyoruz. Sizden ricam susmayın. Özgecan gibi belki de daha nice can, hiç duyulmadan göçüp gitti. Bu dünyaya temiz bir hayat yaşamaya geldik. Kirli ellerin kurbanı olmaya değil. Mekanın cennet olsun Özgecan Aslan. Dualarımız seninle ve ailenle.
2 hafta. Dane'in oynadığı o iğrenç oyunu öğrenmemin üzerinden iki hafta geçmişti. Bildiğim tek şey ise değil günler isterse yıllar geçsin, bu yaptığını asla unutmayacaktım. İnsanın vücudu dahi en ufak yaranın izini silemezken, ruhu böyle büyük yaralardan nasıl tam anlamıyla kurtulabilirdi ki? Zamanın geçiyor olması benim için hiçbir anlam ifade etmiyordu. Zaman unutabilirdi ancak ben unutamazdım, unutmayacaktım.
Olanları henüz kimseye anlatmamıştım. Kızlara anlatma konusunda hala çekindiğim noktalar vardı. Gidip Dane'in üzerine atlayabilirlerdi ve daha da kötüsü iş Jon ve Keegan'ın kulağına giderdi. İşte o zaman Dane için asla iyi şeyler olmazdı. Onun için endişlenmiyordum, belki de biraz endişeleniyordum. En katlanamadığım şey de buydu işte. Günlerdir ağzıma lokma girmemiş, uykularım devamlı bölünmüş ve en olmadık zamanlarda dahi ağlamaya başlamıştım. Bütün bunları yaşamamın sebebi oyken, onun için endişelenmekten nefret ediyordum. Hayatta kimsem olmasa bile kendimle baş başaydım ve Dane, elimde kalan tek şey olan benliğimi benimle düşman etmişti.
Dylan'ın her şeyi anlattığı ve Dane'in inkar dahi edemediği o günün sonrasında eve nasıl vardığımı dahi bilmiyordum. Bütün yol boyunca ağlamış, tırnaklarımı avuçlarıma geçirerek kendimi acıyla ayıltmaya çalışmıştım. Evin önüne geldiğimde gözyaşlarım kurumuş, geriye sadece düzensiz iç çekmeler kalmıştı. Çantamdan çıkardığım su şişesinden elime biraz su döküp yüzümü yıkamış, gözlerimin kan çanağı halini annem ve iş seyahatinden yeni gelen babam görmesin diye dua etmiştim. Dualarım kabul olmuştu. Sanırım bu da bana evrenin onca ettiğim "mutlu olayım" duasını ters tepmesinin üzerine verdiği tazminattı.
Yine de ailemin durumun farkında olduğunu biliyordum. Odamdan çıkmıyordum bile. Okula sadece sınavlara girmek için uğramış, biter bitmez de babama rahatsız olduğumu söyleyip, benim için okula izin yazmasını istemiştim. Her zaman bir şeyleri kurcalayan annem bile bu kez sesini çıkartmamıştı. Üstelik yalnız kalma isteğime son derece saygı duymuş, kızların birkaç kez eve gelmesini onları kendi misafiri gibi ağırlayıp, konu bana gelince uyuyor bahanesiyle savuşturarak atlatmıştı. Yanıma gelip ne oldu dese dahi anlatmayacağımı biliyordu. Bu yüzden belli ki bu onun bana destek veriş şekliydi.
Yalnız kalma isteğiyle sadece 3 gün baş edebildim. Her şeyin düzene girmesini beklerken iyice raydan çıkması delirmeme sebep olacaktı. Düşünmeyi bırakmak için kitap okumak veya film izlemek gibi eylemleri dahi yapamaz haldeydim. En ufak bir karakterde Dane'i görüyordum. Onu yapamazsam, orada geçen bir sokakla kendi anılarımızı bağdaştırır halde buluyordum kendimi. Kendime kızıyordum. Onu tanıyamadığım için kendimden uzaklaşmıştım. Bütün bunların suçlusu benmişim gibi hissetmeyi bırakamıyordum. Bu bir ayrılık değildi. Daha fazlasıydı. Dane beni paramparça etmekten daha kötü hale getirmişti. Paramparça olmak bile benim durumumun yanında umut verici kalıyordu. En azından parçaları birleştirme şansı sunuyordu insana. Ama Dane beni parçalamış ve her bir zerremi toz haline getirip savurmuştu. Canımın yanışı havaya karışmıştı sanki. Her soluduğum havada ciğerlerimde biraz daha batma hissediyordum. Sonra kalbimde, midemde.. Ta ki batma hissi düşüncelerimi vurana dek. Sonrasında sarsılarak ağlıyor, uyuyakalıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Geçmişe Bağımlı
Jugendliteratur"Sanırım en zoru; geçmişinin karanlığı geleceğine adım adım yaklaşan biriyle ileriye bakmaya çalışmak olmalıydı. Onunla olmak, gün batımını izlemek gibiydi. Tek fark, bir daha doğmayacağını ve ebedi karanlığın bizi yakalayacağını biliyordum."