Hastalığımın üzerinden üç gün geçmişti. Dane'de kaldığım gecenin sabahında, biraz daha iyiydim ama yine de riske girmemek için Dane beni hastaneye götürmüş, doktorun verdiği ilaçları almıştı. Tüm bunlar yetmezmiş gibi bütün hafta sonunu evde geçirdiğimden emin olmuştu. Her saat başı arıyor, telefonda konuşmadığımız sürede de mesaj atıyordu. Cumartesi ben eve geldikten bir süre sonra annem de Marge teyzeden gelmişti. Yorgun görünüyordu ama beni halsiz bir şekilde salonda yatarken görünce yorgunluğuna bir de endişe eklenmişti. Dane'in bıraktığı küçücük boşluklarda da annem başımda oluyordu. Yine de bu ilgiye minnettar kalmadığımı söylemek yalan olurdu. Tarih sınavımın olduğu pazartesi günü kendimi çok daha iyi hissediyordum. Yine soğuk ama birkaç gün önceye kıyasla gayet açık bir güne uyandım. Mutfaktan yükselen omlet kokusu ayılmama yardımcı oldu. Aşağı indiğimde annem bir yandan omlet yaparken, diğer yandan fırında pişen pastasını kontrol ediyordu. Beni görünce gülümsedi. "Günaydın."
"Günaydın." Yanağından öpüp masadaki yerime geçtim. Sabah erkenden kahvaltı etme fikrine pek haz etmesem de sofranın güzelliğiyle iştahım kabarmıştı. Annem karışık omleti tabaklarımıza servis ederken kızarmış ekmeğe reçelimi sürdüm. Annem fırını kapattıktan sonra yanıma oturdu. Babamın sandalyesinin hala boş olduğunu fark edince anneme döndüm. Babamın çoğu iş seyahati birkaç günden uzun olmazdı. Olduğunda da bizi bilgilendirirdi. "Anne, babam ne zaman gelecek?"
Benimle göz teması kurmadan "Çarşamba sanırım." diye cevap verdi.
"Hiç bu kadar uzun kalmazdı."
"Bu kez misafirleri yurt dışından geliyor. Onları ağırlamak daha zor, biliyorsun."
"Evet ama beni bir kez bile aramadı. Üstelik aramama da dönmedi." Bu kez bakışlarını bana çevirdi.
"Aramadı mı?"
"Hayır." diye cevap verdim. "Az sonra yine ararım." Sonrasında hiç konuşmadan kahvaltımızı ettik. Kahvaltı sonunda anneme bulaşıkları kaldırmayı teklif ettiğimde okul için hazırlanmamı söyleyince odama çıktım. Havanın güneşli olmasını fırsat bilerek kışlık eteklerime yöneldim. Kırmızı ekoseli bir etek seçtim. Siyah kalın bir külotlu çorap giyip boğazlı siyah kazağımı da üzerine geçirdim. Geceden yıkadığım saçlarım kıvır kıvır olmuştu. Siyah çantamın içine kitaplarımı koyup aşağı indim. Annem hala mutfaktaydı ama bu kez kendisine bir bardak çay koymuş, bilgisayarını almış bir şeyler bakıyordu. Beni uğurlamak için kapıya kadar geldi. Eteğin boyuna gelen uzun kabanımı giyip kırmızı şapkamı taktım. Annem kabanımın içinde kalmış saçlarımı düzeltip gülümsedi. "Hanım hanımcık olmuşsun." deyince güldüm.
"Akşam görüşürüz."
"Görüşürüz."
Evden her zamanki saatten biraz daha erken çıktığım için adımlarımı biraz daha yavaştan alıyordum. Telefonumu çıkarıp bir kez daha babamı aradım. Tam kapatacakken açtı.
"Grace?"
"Günaydın baba."

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Geçmişe Bağımlı
Genç Kurgu"Sanırım en zoru; geçmişinin karanlığı geleceğine adım adım yaklaşan biriyle ileriye bakmaya çalışmak olmalıydı. Onunla olmak, gün batımını izlemek gibiydi. Tek fark, bir daha doğmayacağını ve ebedi karanlığın bizi yakalayacağını biliyordum."