13 Kasım, Ankara.
Yağmur damlaları yeryüzüne yavaşça süzüldüğünde kaldırımda kara lekeler belirmeye başlamıştı. Kafamı kaldırıp gökyüzüne baktığımda keskin bir rüzgar tenimi bıçak gibi sıyırdı. Sadece gökyüzü gri değildi bu şehirde; suretler de griydi, hepsi aynı tekdüze ifadeyle donatılmıştı. Donuk suratlar, birbirine karışan adımlar, sigara dumanları ve bir sürü gürültü.
Yağmur şiddetini arttırmıştı. Omzuma dökülen siyah dalgalı saçlar ıslanmış, deri ceketime yapışmıştı. Gözlerimi kırpıştırdım. Karşı kaldırımda rüzgarın etkisiyle bir yükselip bir alçalan kahverengi yaprakları izliyordum. İşte hayat, tam olarak böyle bir şeydi.
Üşüdüğümü hissediyordum. Sahi, insan yalnızca soğuk havalarda mı üşürdü? Oysa içimde yanan bir ateş var, diyorum. Buzdan derimin altında cayır cayır yanan bir ateş. Akıtmam gereken bir zehir var, kusmam gereken bir nefret çölü var... Ah, başım dönüyor, sahi, hangi gündeyiz biz? Canım yanıyor, sanki jilet parçaları akıyor damarlarımda.
"Affedersiniz," sesin geldiği yöne doğru baktığımda bir çift kahverengi göz ile karşılaştım. Gökyüzünün griliği dağılmıştı. Yağmur dinmişti, rüzgar artık esmiyordu. Bu da kimdi böyle? Midem bulanıyordu, eve gitmeliyim, diyordum kendi kendime. Kahverengi gözlere cevap verecek gücü kendimde bulamıyordum, aldırmadım. Ancak her kimse, benimle uğraşmak ister gibi yanıma sokulmuştu.
Sessizlik çöktü, biraz sonra yanımdaki kadın kahkahalarla gülmeye başladı. Bir bu eksikti, dedim dudaklarımın altından. Bu şehrin ne delisi biter ne aşığı, ikisi de bir bağlamda aynıdır gerçi, diye düşündüm. Yanımdaki kadın susacak gibi değildi, ona doğru döndüm. Kızıla bürünmüş gökyüzü altında parlayan çekik gözlere baktım. Dudağından taşmış bordo ruju göze çarpıyor, siyah saçları rüzgarın etkisiyle geriye doğru savruluyordu. Bana bir şeyler söylemeye çalışıyordu ancak kahkahaları ona engel oluyordu.
"Ah, kusuruma bakmayın... Siz... Ağzınızda yanmayan sigara ile... Ha ha! O kadar komik ki! Ne diyorum ben yahu? Komik değil de... Nasıl desem? Her neyse, çakmağınız yok sanırım. Sigaranız dakikalardır dudağınızda duruyor da. Buyurun."
İki dudağımın arasında duran ucuz sarma tütün tamamen aklımdan çıkmıştı. Şaşırmıştım, ne ara bu kadar dalgınlaştım hatırlamıyorum. Dün mü oldu bu? Geçen yaz? O günden sonra mı? Bilmiyorum ki! Her şey soluklaştı, renkler kayboldu. Bir an olsun sanki adımı unutacak gibi oldum.
Öksürdü, "Sizinle tanışmak istiyorum, ben Deniz," diyordu üzerinde kanat deseni olan zipposunu uzatırken. Bana doğru iyice yaklaştığında tütün kokusu ile karışmış portakal özlü parfümün kokusunu soluyordum. Sivri çenesini yukarı doğru kaldırdığında dudağının altındaki küçük yara izini fark ettim. "İyi misiniz?"
"Efendim?"
"Ah, beni yanlış anlamayın lütfen... Demek istediğim... Çok dalgın duruyorsunuz, iyi misiniz?"
Duraksadım, gözlerim Deniz'den ayrılıp yavaşça sokağa doğru kaydı. Her yer ıslanmıştı. Sokak lambasının sarı rengi yansıyor, yollarda belli belirsiz şekiller oluşturuyordu. Kaldırım aralarından fışkıran ıslak çimlerin kokusu etrafı sarmıştı. Sokağın başındaki durakta sadece ikimiz vardık. Karşı kaldırımdaki binaların ışıkları bir bir yanmaya başlamıştı. Cadde boylu boyunca Doğu Avrupa ülkelerini andıran ıssızlıktaydı.
"İyiyim, teşekkür ederim," diye mırıldandım eğilerek. Zipponun küçük ateşi gökyüzünün içinde dans ediyordu. Sigaram alev aldığında ucuz tütünü içime çektim. Acı tat dilimi yakarken gözlerim usulca kapanmıştı. "İnanın, neden dalgınım hiç bilmiyorum... Belki de... Hayır... Ah, bilmiyorum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAYIP +18
Teen FictionBerfu, bir kez doğmuş, bin kez ölmüş bir ruh. Bir cinayet; ki bu cinayet failin annesi, katilin babası olduğu bu cinayet, onu darmadağın etmiştir. Alkolün, uyuşturucunun, cinselliğin kollarına düşmüş bir gençlik. Bu roman size cennetin kapılarını va...