Yakınına geldiğimde elinde sıkı sıkıya tuttuğu taşı fark ettim. O minicik avucuna sığdırabildiği en büyük taşı arayıp bulmuş gibi, üzerine hesap yaparak seçmiş gibi eline tam ayarlı ölçülerde bir taş... Daha aklımdaki onca soru yanıtsızken yeni sorular zihnime sıkış tepiş kendilerini sığdırmaya çalışıyordu. Elindeki taşla birlikte uzun zamandır benim gelmemi beklemiş gibi bir hali vardı. Bu kez koşmak için yeltenmedi. Kendisinin yerine bana yetişecek bir şeye sahipti. Elindeki taşın benim için hazırlandığına emindim artık. Saniyeler içerisinde aklımdaki soruların sadece bu kadarına yanıt bulabilmiştim. Hızla yanından geçerken gözlerimi takip etti. Sanki görmek istediği bir şeyi benim üzerimde arıyordu. Başımı çevirdim ve onu geçip koşmaya devam ettim. Hiçbir şey olmadı, hiçbir şey. Peki neden olmadı? Hem zaten ne olmalıydı ki?.. Kafamdaki sorular birbirleriyle çiftleşip yeni sorular doğururken aniden enseme çarpan bir cisimle sarsılarak yere kapaklandım. Son hatırladığım şey; kara bir su birikintisine doğru yuvarlandığımdı...

ŞİMDİ OKUDUĞUN
KOŞ!
SpiritualGecenin yarısında kim koşmak ister? yağmur yağarken evine yetişmeye çalışan bir işçi mi sadece? Ay ışığını yansıtan bıçağından, parlak kırmızı kanlar damlayan bir taze katil mi? Kim? Bu ömür denen şeyin koşmakla ilgisi ne? Hem de gece gece!