Sınıfa geldiğimde yaşadığım şok hâlâ üzerimdeydi. Yuta bu okulu ben burayı kazandım diye kazanmıştı. Üstelik kaç yıldır arkadaştık biz, neden böyle bir şey yaptığını anlamamıştım.
Kırılmıştım birazcık.
Gözlerim hafif dolmuş bir şekilde sıramda oturmuştum ve başımı sıranın üstüne koymuş camdan dışarıyı izliyordum.
"Hey, Seolhyun?"
Dalmış olmalıyım ki ismimin söylenmesiyle yerimden sıçramıştım. Kafamı kaldırıp sıramın önünde dikilen Doyoung'u görmüştüm. Hafif ıslak yüzümü temizleyip gülümsedim.
"Hey, Doyoung."
Doyoung kaşlarını çatmış yüzüme bakarken elbette ki gülüşümün gerçek olmadığını anlamıştı. "Bir sorun mu var? Henüz yeni geldim biliyorum, ama anlatırsan dinlerim. Yani istersen."
"Önemli bir şey yok Doyoung."
Ayağa kalkmıştım. Bir şeyler yesem iyi olacaktı. "Kantine gideceğim. Gelmek ister misin Dodo?"
Giderken arkamdan gelmediğini fark etmiştim. Yere bakıp sırıtıyordu. "Geliyor musun?"
Yanıma geldiğinde birlikte kantine inmiştik. "Dodo ha? Sevdim."
"Eğer sevdiysen kullanabilirim?"
Kocaman gülmüştü. Gülünce cidden güzel görünüyordu. "İstediğin zaman."
"O zaman numaranı ver, öyle kaydedeyim seni."
Sıraya girip birbirlerimize numaramızı verdiğmizde çoktan sıra bize gelmişti. Aldıklarımızla birlikte boş bir masaya geçmiştik. Ama sanki bir şey eksikti. Boşverip elimdeki tosttan ısırık aldım.
"Seolhyun, hafta sonu müsait misin?"
Ağzım doluyken konuşamayacağım için ağzımdaki lokma bitene kadar düşündüm. "Ne için sorduğuna bağlı. Sınavlar yaklaşıyor ve ders çalışmam gerek."
"Buraya başka şehirden geldim biliyorsun. 2 hafta boyunca eksiklerim bayağı arttı. Birlikte çalışabiliriz diye düşündüm. Sen de kabul edersen tabi."
"Annemlerle konuşayım, sana haber veririm ben."
Doyoung kafasını salladığında gözü bileğimdeki ize takılmıştı.
"Küçüklükten kalma bir iz. Yanık izi."
Doyoung gözlerini kaçırmıştı. Utanmış gibiydi biraz. "Kusura bakma, biraz dikkatimi çekti de."
🌸🌸🌸
Yuta ve ben okul servisinden inip onların evine gitmiştik. Evde kimse yoktu, her zamanki gibi.
Yuta ve ailesi, mahallemize taşınalı 2 yıl olacaktı. Bu yüzden Yuta'nın korecesi pek iyi değildi ama ilk zamankine göre daha iyiydi.
Çantalarmızı girişte her zamanki yerine bırakıp ellerimizi yıkamaya gitmiştik.
Kendimizi koltuklara attığımızda Yuta minik elleriyle büyük kumandayı almış ve favori çizgi film kanalımızı açmıştı. Her gün aynı saatte başlayan çizgi filmimizi asla kaçırmazdık.
Çizgi film bittiğinde acıkmıştım. Onun da acıktığını biliyordum ama konuşmamıştım.
"Seolhyun, acıktım ben." Telaffuzunun gittikçe düzelmesi beni mutlu ediyordu. Çünkü ona ben yardımcı oluyordum.
"Gel mutfağa bakalım, annen yemek yapmıştır eminim ki."
Her zaman hazır yemek olduğu için oldukça rahattık. Ama buzdolabına baktığımızda yemek yoktu. Yumurta, kavanozların içinde ismini bilmediğim değişik şeyler ve ismini bilmediğim daha fazla şey.
"Yumurta kıralım mı? Çok canım çekti de." Yuta eliyle karnını okşarken gülmüştüm. Cılız bedeni yaşını olduğundan daha küçük gösteriyordu. Zaten çok da büyük sayılmazdık. Ben 8 yaşındaydım, o ise 7.
"Daha önce kırmadım ama sanırım yapabilirim. Sonuçta büyüğüm senden, değil mi? Abla olarak kardeşimi doyurmam gerek."
"Ama biz gerçekten kardeşi değiliz ki. Hem ben koreli bile değilim yani kardeş olamayız."
Dolaptan yumurta çıkarırken Yuta'yı onaylamıştım. "Doğru. Ama sen benden küçüksün. Tencereler nerede Yuta?"
Tencerenin ne olduğunu düşünüyor olmalı ki dediğimi anlamamıştı. Ellerimle anlatmaya çalışmıştım olduğu kadarıyla. Yine anlamamıştı, tüm dolapları karıştırmak zorunda kalmıştım.
Tezgahın üstündeki dolabın birinde bulduğumda ise sandalyeye çıkmak zorunda kalmıştım. "Yuta, yanıma gel. Tencereyi vereceğim sana."
Zorla uzanıp aldığım koca tencereyi Yuta'ya verirken tencere ağır olduğundan ilkten cılız kolları zorlanmıştı.
Tencereyi ocağa koyarken boyumuz yetmeyeceği için sandalyeye çıkmıştık.
"Şimdi ne yapmamız gerek Seolhyun?"
"Bilmiyorum ki ben de."
"Sen büyüksün ama senin bilmen gerek!"
"Sadece 5 ay büyüğüm Yuta! Nasıl bilebilirim?!"
Ben ocağın altını açarken Yuta da kollarını göğsünde birleştirip dudağını bükmüştü. "Ama her zaman benden büyük olduğunu söyleyip her şeyi biliyormuş gibi davranıyorsun."
"Iıı şey, her şeyi biliyorum. Ama yumurta kırmak hariç." Tencereye bolca yağ koyup yumurtayı direkt tencerenin içine koymuştum. Kırmak aklıma gelmemişti, Yuta'ya laf yetiştirmek gibi bir işim vardı.
"Abinin kitaplarındaki soruları yapabiliyor musun? 5. Sınıf çok zor demişti Johnny hyung, o yüzden her şeyi biliyor olamazsın."
Tam ağzımı açacakken tenceredeki yağ bileğime sıçramıştı. Altını kapatmak o anda aklıma gelmediği için yanımdaki sandalyede duran Yuta'ya bir şey olmasın diye sandalyeden aşağı itmiştim. Yerde şaşkınca yatan Yuta can çekişip bileğimi tutan beni görmüştü.
"Bileğim! Bileğim çok acıyor Yuta!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
When Will You Come Back? ▪︎NAKAMOTO YUTA✅
Fanfiction''Ben hastayım." Hıçkırıklarının arasından zorla konuştuğunda saçlarını okşadım. Saçlarını okşamayı seviyordum. "Koca adam oldun hâlâ hasta oluyorsun." Ağlamakla gülmek arasında dediğim şeyle ayrıldı benden. "Değil mi, koca adam oldum ama hâlâ has...