Ben de tükenmiştim. Ben kaybolmuştum. Kendi içimdeki koca boşlukta kaybolmuştum. Bulamıyordum artık eski beni. Eski zamanı. Eski insanları. Beni böyle sarsan başka bir şey hatırlamıyordum. Zincirlenmiştim ben buraya. Ama kendi zincirimi bile kıramıyordum. Elimi yüzüme sürüp Allah'ım sen yardım et dedim. Başka kimim vardı ki bu gelip geçici dünyada. Kalbimin üzerine çöken ağırlık en derinlere kadar hissedilebilir bir ağırlıktı. 'Bir taş' dedim kendi kendime. Bir taş bir insanı nasıl değiştirebilirdi? Biz taşlara alışıktık. O sorun değildi. Sonuçta peygamberimiz (s.a.v) de taşlanmıştı. Kovulmuştu kendi yurdundan. Hacerül esved taşı mesela. Cennetten geldiğine inanılıyordu. Mekke'nin ileri gelenleri o taşı yerine koymak için birbirleriyle yarışmışlardı. En son içeri peygamber efendimiz girdiğinde hakem o olsun. O şüphesiz muhammedül emindir denilmişti. Mübarek elleriyle taşı alıp o yerine koymuştu. Demek istediğim şey bir kar tanesi bile ahenk içinde iken tesadüf diye bir şey var mıydı? Yoksa tevaffuk muydu her şey?