Kâbuslar,gerçekte yaşanılan hayatın zihnimize oynadığı oyunlarmış. Bunu yedi yaşımda babamdan ögrenmiştim. Bir gece kâbus gördüğüm için ağlamış,tüm evi ayağa kaldırmıştım. İlk başta biraz azarlasa da bundan bir sonuç alamamış ve bana bu hikayeyi anlatmıştı.
"Anlat bana kıvırcık sincap. Kâbuslar mı seni korkutan?" Yaşlarla dolu gözlerimi kıpıştırıp, başımı sallayarak cevap vermiştim ona. Elleri pek sık uğramadığı bir yere ,saçlarıma, dokundu. "Oysa korkmadan yaşayabiliyorsun. Öyle değil mi?"
Bana imayla bakan gözlerine, boş bakan gözlerimle karşılık vermiştim.
"Bak minik kızım, yaşın ilerledikçe bunu zaten ögreneceksin ama mâdem bizi uyutmuyorsun..." bir an duraksayıp zorlanarak tekrar konuştu "hiçbir kâbus, yaşadığın hayattan daha korkunç değil. Kâbuslar cesurca yaşadığın hayatın, sana kurnazca oynadığı oyunlardır." Eğilip saçlarımı öpmüş ve bana fısıldamıştı."Şimdi yapman gereken, cesur bir sincap olup, kâbuslarının geceni mahvetmesine izin vermemek." O günden sonra: ne kadar kâbus görürsem göreyim, ne kadar korkarsam korkayım, cesur bir sincap olup yatağımdan çıkmamıştım.
Babam ögretmişti bana sessizce ağlamayı. Sıcak yatağın içinde,kâbusumdan uyandım uyanalı bunları düşünüyordum. Hatırlamayı beklemediğim silik anılar, başımı ağrıtıyordu. Ekin oturduğu çalışma masamın koltuğunda uyuyakalmıştı. onun burda oluşu kalbime derin bir sızıyla beraber huzur veriyordu.
Çıplak ayaklarımı yavaşca yataktan çıkarıp, zemine koydum. Pencereme vuran yağmur damlalarının yaptığı müzik eşliğinde ayaklandım. Yatağımın üzerinde ki örtüyü alıp, minik adımlarla ekine yürüdüm. Üzerini örtmek için üzerine eğildim.
Ben tam bunu yaparken, beklemediğim sesiyle irkildim.
"Uyumuyorum, mehir." Kocaman olmuş gözlerimle gözlerine baktım. Bir açıklama yapma isteği duyarak yavaşça mırıldandım. "Şey ben..." ellerimi saçlarıma koyup onları karıştırdım. "Uyuyorsun sanmıştım."Anlayışla başını sallayıp doğrularak, ayaklandı. "Eğer ikide birde sayıklayarak, yerinden sıçramasan bu daha kolay olurdu inan." Ne gördügümü hatırlamıyordum ama sebepsiz yere kızardım. "Ne dedim?" Meraklı soruma umursamazca omuz silkti. "Uyuyan mehirle, benim aramda sır..."
Daha da meraklanıp şimararak surat astım. Tam itiraz edecektim ki, kapı çaldı. İkimizinde kaşları çatıldı. "Ben bakarım." Diye mırıldanıp yarı uyur halde koridoru geçtim. Kapı deliğinden bakmadan, kapıyı açtım. Elinde bir sürü, poşet taşıyan bir rüzgar beklemiyordum.
Anlaşılan oda beni görmeyi beklemiyordu. Yüzüme anlamsız anlamsız baktığı bir kaç saniyenin ardından, tek kaşımı kaldırarak;
"Hoşgeldin." Dedim oda tek kaşını kaldırıp saçlarıma baktıktan sonra,
"Hoşbulduk şey.." bir an düşünür gibi yaptıktan sonra, ağzıyla buldugunu ima eden bir ses yaptı."Cadılar tarafından alıkonulduğu için, saçlarına tarak girmeyen prenses." Bu uzun tasfiri kaşlarımı derince çatmama sebep oldu. Parmağının birini kaşımın ortasına koyup,
"Yapma şöyle, prenses falan dedik ama cadıya benziyorsun." Beni iterek elinde ki poşetlerle birlikte eve girdi. Onaylamaz bir şekilde, kafamı iki yana sallayarak kapıyı kapattım. Kapının yanında ki boy aynasında, kendimle göz göze gelince rüzgarın ne demek istediğini anladım.Uyumaktan şişmiş gözler, dağılmış ve karışmış saçlar. Üstelik kirpiklerime sürdüğüm rimelde göz altlarıma akmıştı. Bu görüntü bana kahkaha attırdı. Ekin "delirdin mi kızım? Ne manyak gibi kendi kendine gülüyorsun?" Diye söylendiğinde, rüzgarda anlamış gibi gülerek ona karşılık verdi.
"Takma, takma kendini gördü. Ona gülüyor." Onun bu cümlesi beni gülümsetti. Yüzümde ki aptal gülümsemeyle salondan içeri girdim. Gözlerim salonda annemi aradı. Ekin bunu anlamış olacak ki,
"Endişelenme,annen gül ile birlikte. Yürüyüş yapmak için çıktılar."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Deli Mavi
Teen FictionHerkes biraz hayal kurar. Hepimiz bir gün gelecek olan güzel günlerin hayaliyle yaşarız. Ama hiçbir yarın dünden daha güzel gelmez aslında. Her yarında dolup taşar içimiz dışımıza. Her yarın yeni bir yaranın habercisidir. Belki bu yüzdendir bu kimse...