Yaratılan, var olan her şeyin içinde biraz da olsa güzellik tozunun bulunduğuna inanırdım ben. Öyle ki, gözlerimin önünde her zaman bir melankoli perdesi bile bulunsa bu güzellikleri görmeyi, hissetmeyi isterdim. Saatlerce gökyüzünü izleyebilir, bir ağacın gölgesinde saatlerce oturup yaprakları inceleyebilir, rüzgarı hissetmek adına evimin penceresinde oturmayı tercih edebilirdim.
Ama tüm bu güzellikler, ne kadar kopup gelip içimde bir yerlerde hayranlık uyandırsalar da, hiçbiri beni Kirpi'nin karşımda uyuyan görüntüsü kadar etkilememiştir emin olun. Aralık pembe dudaklarıyla, bir kelebek kanadı gibi titreşen kirpikleri ve fındık burnu ile öylesine güzeldi ki, hayatımda hayran kaldığım her şeye açık ara fark atabilir beni olduğum yere bir ömür mıhlayabilirdi. Bana tanrı dokunmuş sana diyordu ama eğer ki bir tanrı varsa, beni değil de onu en güzel eseri olarak sunmalıydı.
Bir süre bir elim yanağımın altında, bir rüyada gibi izlemiştim onu. Ömrüm boyunca, sabahları uyanırken her seferinde zorlansam da bu sabah kendiliğinden çıkmıştım uykunun derin kuyusundan. Belki de bu hayatımın en kalbime dokunan ve huzurun koktuğu sabahı olduğu içindi. Belki de değildi inanın bilmiyorum. Ama size yemin ederim öylesine huzurla dolmuştu ki içim, elimden gelse her sabah bu güne uyanmak isterdim.
Nasıl, ne şekilde birbirimize bu kadar kırgınken bu noktaya yürüyüp gelmiştik bir fikrim yoktu. Ama tek bildiğim, iki insanın birbirine ruhlarının kapısını gösterdikten ve birbirlerini anladıktan sonra birleşmesinin zor olmadığıydı. Kırgınlığım geçmiş miydi? Tabi ki, geçmemişti. Geçmezdi de. Yüzüme kazınmış siyah izleri silmek, damarlarımda pıhtılaşmış kurumuş kanları atmak kolay olmayacaktı. Fakat, onun ruhunun kapısından girdikten sonra tüm bulanık sular durulur her şey çok berrak bir şekilde önümde durur diye umuyordum.
Ona sormak istediğim binlerce şey vardı. Sebastian'la olan konuşması en önemlisiydi veyahut yıllarca benden nefret etme sebebi. Birbirimize yaklaştığımız ilk günden beri tüm bu soru işaretleri, beynimin yollarını adımlamışlardı ama ben kendimi anın içinde öylesine kaybetmiş, öylesine kapılmıştım ki ona bunları sormak ilk önceliğim olmamıştı. Yahu, siz söyleyin insan aşk şarabıyla sarhoş olurken, her şey ikincil bir pozisyon almaz mıydı? O an, bakışları bile aşk dolu iken nasıl olur da bu kalp yaralarımızı sorup da yeniden ayırabilirdim yorgun ruhlarımızı? Bunca zaman sonra ona kavuşmuş iken, her şeyi kaybetme korkum yüzümden soramazdım işte. Ona, yeniden tutunmuştum ve şimdi kendi ellerimle bırakamazdım bir defa kaybettiğim örgülü halatı. Aptaldım evet, onun aşkıyla yanıp tutuşan aptal aşığın tekiydim.
Güneş ışık huzmelerini pencereden içeri salmaya devam ederken, titreşen göz kapakları açılıp beni bulduğunda dudaklarında bir kiraz çiceği baharı getirmişti yeniden. Uykulu, şişmiş gözleri ile gülümserken bile bir insan böylesine güzel böylesine ilahi görünebiliyordu demek ki. Dağılmış saçlarını parmaklarımla iteledikten sonra, gülümsemiştim bende ona. Yüreğimin üzerinde açılmış bir laleydi sanki, uyanışı ile benimde yüreğimi uyandırmıştı.
"Günaydın." dediğimde, tatlı bir uyku haliyle esnemişti.
"Günaydın, bal."
Gözlerini bile açamaz iken, bana seslendiği tatlı isimle yüreğimin her yanında çiçekler açılıyordu. Onu hiç böylesine derin bir uykunun içinde görememiş iken, anlıyordum şişmiş göz kapaklarının ardından. O da benim gibi, huzurla uyumuş kollarımda cenneti bulmuş olmalıydı.
"Bal mı? O nereden çıktı?"
Uzanıp dudaklarıma kendi pembeliklerini bastırdıktan sonra geri çekilmişti. Heyecan yerini alırken içimde, elim yanağında karşılık vermiştim ona bende.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kırık Aynalı Ruhlar Ormanı | sekai
FanfictionBu biraz tatlı, çokça acı, oldukça kanlı intikam hikayesi, Sekaifest Highlit için yazılmıştır.