Bir ölüm makinesinin ağır yükünü ilk defa kavramıştı ellerim, soğuk demir ilk defa değiyordu tenime ve yine ilk defa birilerini öldürebilecek güç verilmişti benliğime. O an o kadar nefret etmiştim ki bu durumdan, o güçten öylesine tiksinmiştim ki kötülüğün saf halini yeniden bulmuş gibi bulanmıştı midem. Varlığım, bu kötülüğü kusup atmak istemişti. Kirpi'nin beni bıraktığı depo o kadar büyük ve karanlıktı ki hiçbir şey takılmıyordu gözlerime ve benim gözlerim öylesine uzağı göremiyordu ki seçemiyordum kapının önündeki siluetleri. Çaresizce uzatmıştım namluyu ellerim titrerken.
"Hey, hey Kızıl sakin ol biziz."
Tanıdık boğuk ses kulaklarımı bulurken rahatlayarak derin bir nefes almıştım.
"Frank ve Jesse." demişti Baekhyun fısıltıyla, yanıma yaklaşırken teyit etmek için söylüyordu isimleri. Silahı indirdiğimde hepimiz rahat bir nefes almıştık. Silahı zorla yeniden belime yerleştirirken,
"Siz ne arıyorsunuz burada?" demeden edemedim. İkisinin bu durumda burada olmaları rahatsız hissettiriyordu çünkü kendimden çok onlar için endişeleniyordum. Onları korumak için kaçmıştım ben, ama şimdi yine tehlikenin kollarındalardı. Baekhyun üzerinde ona iki üç beden büyük gelen koşarken bozulduğunu tahmin ettiğim ceketini düzeltirken,
"Asıl sen burada ne arıyorsun? Neden çıktın dışarı? Tehlikeli olduğunu bilmiyor musun Kızılcık?" demişti hızla. Bir konuşunca her şeyi ardı sıra sıralama gibi bir huyu vardı.
"İşin mi var-" Chanyeol ağzını açtığı gibi, bir anda kolumdaki çantayı fark ettiğinde kelimeler tıkanıp kalmıştı ağzında. Baekhyun da onun baktığı yeri takip edince, o an size yemin ederim o kadar ölmek istedim ki. İkisininde gözlerinde ki kırgınlığı ve kırılan ışığı görmektense ölmeyi tercih ederdim.
"Ben..." çaresiz bir fısıldama dökülürken dudaklarımdan ikisine de açıklamak istedim her şeyi. Bu sizin için yaptım demek istedim. Ama ben bir daha dilimi açamadan Kirpi girmişti çoktan içeri ve burnundan soluyordu aynı kızgın bir boğa gibi.
"Minseok hyungun evine gideceğiz, sığınağa varamayız bu şekilde. Ama aynı yoldan gidersek yakalanma şansımız artar, biz sağ taraftan nehire çıkacağız sizde diğer yoldan eve geçin. Orada görüşürüz, çok dikkat edin."
Nefes nefese sıralıyordu sözcükleri. İlk defa bu kadar hızlı ve uzun konuştuğunu duymanın şokuyla çalkalanırken, elini uzatıp elimi kavramasıyla ikinci bir şok dalgası sarmaladı içimi. Cehennem kadar sıcak eliyle, ölüm kadar soğuk elim kenetlenmişti. Beni ardında sürüklerken hızlı yürüdüğümüz için mi yoksa teninin tenime değmesinden mi bilmiyorum, ama kalbim bir maraton koşmuş, ikincisine hazırlanıyordu.
Karanlık sokakları, nehir yolunu elimi bir an olsun bırakmadan aştı o gece, ara sıra insan kalabalığını kontrol edip kuytu köşelerde hoyrat rüzgar nefesimi keserken devam etti. Onunla yürürken omuzları o kadar güzel görünüyordu ki içimdeki küçük çocuğun ona sarılmak için deli olmadığı ve benim bu hislerden kaçmak istemediğim tek bir an bile yoktu.
"Uzak mı çok gideceğimiz yer?"
Anın getirdiği heyecanı ve görüntüsünün üzerimdeki etkisini azaltmak için konuşmuştum ama pekte iyi bir zaman değildi. Çünkü o hala sinirden burnundan solumaya devam ediyordu.
"Az kaldı."
Sonunda geleneksel tarz bir evin kapısına geldiğimizde, gevşeyen parmaklarını daha sıkı sardı hem kalbime hem parmak boğumlarıma. Sonrada çaldı kapıyı 3 defa. Sokak siyah kadar sessizdi. Çünkü nehrin bu tarafında savaş koca adımlarını atıp yakıp yıktıktan sonra çok kimse oturmuyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kırık Aynalı Ruhlar Ormanı | sekai
FanfictionBu biraz tatlı, çokça acı, oldukça kanlı intikam hikayesi, Sekaifest Highlit için yazılmıştır.