En büyük arzularımızın, ihtiraslarımızın ve acılarımızın bizde bıraktığı ayak izleridir sırlarımız. Derinlerimizde, ruhlarımızın kör noktalarında asılı kalmış yerine oturmayan yalama birer çivi gibidir. Kimisi bu çiviyi ömrü boyunca taşıyabilecek kadar gamsız, kimi ise bir an olsun dayanamayacak kadar zayıftır. Ben, dönüp kendime baktığımda ise hiçbir zaman ne çok gamsız ne de zayıf biri olduğumu düşündüm. Hep aralarda takılı kalmış, sırlarımın getirdiği yıkımı yüklenen güçlü ama bir o kadar zayıf biri oldum. Hem çığlıklarla anlatmayı dileyecek kadar bıkmış, hemde boğazına düğümler dizilecek kadar yaralı biri. Bu yüzdendi, içimde kalan duygularımı kimsenin bilmiyor oluşu ve benim delicesine kendime saklıyor oluşum.
Ama şimdi, en beklemediğimiz anda bu yaralardan beslenen bir adam çıkıyordu karşımıza ve bizleri mecbur bırakıyordu o çiviyi söküp vermek için. Sorun şuradaydı, ben cidden hazır mıydım yıllarca paslamaya yüz tutmuş çiviyi söküp vermeye? Dökebilecek miydim kendi kanımı, kanatabilecek miydim yaramı?
"Lotus içeride mi?"
Arabayı durdurup önüne geldiğimiz eski binanın önünde durduğumuzda, tamda bunlar ele geçiriyordu beynimi. Ne yapacağımı bilmez, bulanık bir haldeydim ve tutunacak bir dal bulamamak beni daha sallandırıyordu.
"Evet, efendim."
Geldiğimiz eski tuğla duvarlı binanın önünde iki tane tangzhuang giymiş adam duruyor, anladığım kadarıyla binayı koruyorlardı. Kendimi, garip bir şekilde anlatılan o eski hikayelerin içinde hissetsemde germiştim omuzlarımı ve adamlara bakmadan dikilmiştim. Güçlü durmam ve onları da güçlü durduğuma inandırmam gerekiyordu. Yoksa böyle bir yerde kolay bir yem olacağımın bilincindeydim.
"Geldiğimi haber verin. Kirpi ve bir misafiri olduğunu da iletin." Yixing, arabadaki laubali halinin aksine, şimdi keskin sesi ile konuşurken onunda güçlü durmak için çabaladığını fark etmiştim. Biz dikilirken binanın önünde, sonbahar rüzgarları esip bir kağıt kesiğinden farksız keserken yüzümüzü bir adam haber vermek için içeri girmişti.
"Sizi bekliyorlar efendim. " Bir süre sonra gelip içerinin cam kapısını sonuna kadar açmıştı bizler için. Önümüzde upuzun ince bir koridor vardı ve bu loş ortamda duvarlarda asılı duran ejderha tabloları ile Çin'e acele bir seyahat etmişiz gibi hissettiriyordu. Duvarlara takılan gözlerimi fark edince, Kirpi bir yangını bahşedip parmaklarıma bağlamıştı kendi parmaklarını. Ellerimden yayılan sıcaklık bulurken yanaklarımı, elimi çekip çekmemek arasında mekik dokudum. Ama sanırım, bu ortamda pek hoş olmazdı ikimiz içinde didişmek. Bu yüzden elini sıkıp onu takip etmeye başladım.
Koridoru, Yixing'i takip edip aştıktan sonra karşımıza üzerine işlenmiş bir lotusla siyah bir kapı çıkmıştı. 2 defa tıklatmanın ardından açmıştı kapıyı gamzeli çocuk ve en yakıcı sırlarımızın ince perdesini de böylece kaldırmış olmuştu. İçerisi tamamen siyahla döşenmiş, eski bir ofisti burası. Karşıda siyah bir koltuk, onun önünde gazetelerin yığıldığı bir sehpa, yan tarafında çeşitli silahların ve bıçakların bulunduğu bir raf duruyordu. Gözlerim, karşı tarafta ki masayı bulduğunda ise, kafasını bile kaldırıp bize dönüp bakmayan göğsünde lotus işlemesi olan siyah ipek bir tangzhuang giyen bir adam oturuyordu. Onun Lotus olduğunu anlamak öyle zor bir şey değildi, sizinde görebildiğiniz gibi.
"Hoşgeldiniz. Xing hangi rüzgar attı seni buraya? Günlerdir yoksun." Sonunda bize dönüp kafasını kaldırdığında, yalnızca Yixing ile göz kontağı kurup konuşmuştu. Ellerinde yığınla kağıt vardı ve oldukça meşgul görünüyordu.
"İşlerim vardı. Biliyorsunuz meşgul biriyim. Sevgili karınız nasıl?" Arabadaki konuşmalardan sonra sorduğu sorunun bir meydan okuma olduğunu hissetsem bile önemsememiştim. Beraber çalışan iki adamın didişmesinden çok daha büyük bir problemim vardı. Parmaklarıma değip felaketim olan sıcacık bir ten gibi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kırık Aynalı Ruhlar Ormanı | sekai
FanfictionBu biraz tatlı, çokça acı, oldukça kanlı intikam hikayesi, Sekaifest Highlit için yazılmıştır.