"Sen var ya çok fenasın. Kirpi'nin yerinde olsam kaçardım senden."
Karşımda odun kırmaya devam eden Chanyeol'e baktım ve gözlerimi bir yokuştan aşağıya devirdim. Kış iyice koca adımlarını atmaya başlamıştı ve gittikçe soğuklaşan kütüphane için Chanyeol neredeyse her gün odun kırıyordu. Her gece, şömineyi yakıyor ve şömineyle bağlı alttan ısıtmalı sistemle tüm kütüphaneyi ısıtmayı deniyordu. Ama tahmin edebileceğiniz üzere, kocaman bir yerdi burası ve bunu başarmak için oldukça fazla kömür ve odun gerekirdi. Chanyeol de elinden geldiğince az kullanıyor, bu kışı hesaplı geçirmemiz için didiniyordu.
Isıtma problemimizi bir kenara bırakırsak, Kirpi o sabah alışveriş için şehir merkezine gitmek, beni de yanında sürüklemek istemişti ama ben Chanyeol'den almak istediğim bilgiler yüzünden evde kalmış, onu reddetmek zorunda kalmıştım. Hem dikkat çekeceğimiz içinde, evde kalmam daha mantıklıydı ikimiz içinde.
"Saçmalama ne olursun. Duyanda büyük bir entrika döndürdüğümü sanır. "
Dediğimde durup saplamıştı baltayı ağacın gövdesine. Alnındaki teri silip bana bakarken,
"Sehun, adamı sarhoş edip her şeyi anlattırma fikrin bugünlerde duyduğum en şeytani fikir. Üzgünüm, biraz formdan düşmüşüm sanırım."
Demiş, sonra omzunu silkelemişti. Yeniden baltayı almak için hareketlendiğinde kolu, gözlerini de yokuş aşağı devirmişti bana. Bağdaş kurduğum yerden kalkıp gezinirken bahçede, bir kasımpatıyı koparıp almıştım elime.
"İçki içme eşiği nasıl onu söyle sen bana. Çok içirmem gerekir mi?"
Bir kahkaha atıp da bahçedeki kuşların korkup ağaçları terk etmesini sağladıktan sonra, başını iki yana sallamış devam etmişti.
"Kirpi'nin sarhoş olduğunu göremezsin sen. Ben bile ömrüm boyunca yalnızca bir defa gördüm."
Zordu. Lanet olsun ki, onu bu saçma fikirle yola getirmek bile zordu ama deneyecektim şansımı. Başka çarem yoktu. Ya şimdi anlatır ya da sonsuza kadar susardı çünkü. Ağzındaki ipi sökmüşken bir defa yakalamam gerekiyordu yoksa diker, sonsuza dek kapatırdı. Tanıyordum onu.
"Ama şanslısın ki, onu çarpan şeyi biliyorum. Kirpi'ye dokunan tek bir içki oldu şimdiye kadar."
Şaşkınlıkla dönüp yanına koştururken, sonunda aradığım cevabı bulduğum için öylesine mutluydum ki gülmeden edememiştim. Bir gülüş çıkarken dudaklarımdan,
"Rus votkası." demişti aniden. Gülüşüm dalından kopan bir çiçek gibi solup gitmişti. Şimdi, 'ciddi misin' der gibi bakıyordum ona.
"Sağol ya, valla. Çok yardımcı oldun. Nerden bulayım ben Rus votkasını? Sala-"
"Sen onu bize bırak, Kızılcık."
Bahçenin öteki yanından küçük adımlarıyla gelip deli gibi üşüyen Baekhyun'a döndüm. Eğer bunu o söylemese, inanmazdım emin olun. Ama Baekhyun söylemişse, bunun altının boş çıkmayacağını bilecek kadar tanıyordum onu.
"Elimizde bir şişe bulunacaktı. Arar bulurum birazdan. Merak etme, sen."
Dediğinde, onun yanına yaklaşıp sardım kollarımı ona. Çok minnettar hissediyordum ona karşı. "Çok teşekkür ederim." O da aynı şekilde, sararken kollarını bana vurmuştu sırtıma hafifçe. Chanyeol'un homurdanması ile ayrılırken,
"Minseok hyung, aradı az önce. İki gün sonra ki Lotus'un yemeği için kolaylık adına yarın akşam onda kalmamızı önerdi. Bende Chanyeol ile bu akşam ona gideceğimizi, Kirpi ile Kızıl'ın yarın geleceğini söyledim." demişti Baekhyun.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kırık Aynalı Ruhlar Ormanı | sekai
FanfictionBu biraz tatlı, çokça acı, oldukça kanlı intikam hikayesi, Sekaifest Highlit için yazılmıştır.