Kokunun, hatıralarımızın üzerindeki ince perdeyi kaldırmada ne kadar güçlü bir etkisi olduğunu hiç düşündünüz mü? Mesela, bir pastanenin önünden geçerken sıcak ekmek kokusu çocukluğunuzda sabahları bir koşu ekmek almaya çıkışınızı hatırlatabilir size, veyahut sokakta karşılaştığınız bir adamın keskin parfümü sırf öğretmeninizin kokusuna benziyor diye ilkokulda yediğiniz dayakları anımsatabilir, yanağınız yeni vurulmuş gibi sızlayabilir yeniden. İşte kokunun bu kadar güçlü etkisi vardır, insan ve hatıraları üzerinde.
Benim kendimi bildim bileli, anılarımda sıkı sıkı tutunduğum birkaç koku vardır, kasımpatı kokusunun anımsattığı anne yüreği kokusu, babamın savaşa gitmeden önce yanağıma sürdüğü lavantanın kokusu birde ne zaman aldığımı anımsamadığım her üzerine düşündüğümde nefesimi uzun süre kesen bir koku. Fakat, tüm bunlar bir yana bundan 6 yıl önce burnumun direğini terk etmiş bir koku var ki, ölsem varoluşum bir toz parçası olup silinse bile bu dünyadan yine de hatırlarım gibi geliyor. O kokuyla ilk hayatımın kırıldığı ilk noktada karşılaştım, ve o zaman nasıl dokunduysa ciğerlerime yapışıp kaldıysa bir daha unutamadım huzurun kendisi olan kokuyu.
Şimdi, oldukça kalın sarılmış kolum, sızlayan eklemlerim ve keskin baş ağrımla uzandığım yatakta, kapalı göz kapaklarımı bile öpüyordu bu koku, kendine katmak istiyordu. Gözlerim açılıp boyanırken gerçekliğin fırçasıyla, o tanıdık sandal ağacı kokusunun duvarlarına yapıştığı bir oda karşılıyordu beni. Her şeyin benim evimin aksine düzen diye bağırdığı, oldukça temiz ve ferah bir odaydı burası. Benim evimin bütünü kadardı dersem abartmış olmam sanırım. Odanın ortasında şu an benim üzerinde sızlandığım bir yatak, yan tarafında demir bir komodin, pencere kenarında batılı tarzda bir koltuk ve duvar kenarında tüm duvarı kaplayan bir kitaplık vardı. Öyle büyüktü ki bu kitaplık, yerden başlayıp tavana kadar ulaşan ve kapı eşiğinde biten bir yapısı vardı.
Üzerimde yalnızca atletim ve altımda kimin olduğunu bilmediğim bir pijama vardı. Acaba kim giydirdi bunu diye düşünürken fark ettiğim detayla silikleşti bu soru. Kolumun üzerine sarılan bandajla bulanık bir su birikintisi olan zihnimde birkaç sahne canlanmıştı. Beni zorlukla yatağa yatıran Kirpi ve sonrasına koluma yapılan iğneyi anımsıyordum. Gerisi ise yalnızca karanlıktı.
Bu anı, diriltirken canımı algılarım açılmış, kolumdaki yaranın sızlayışıyla bu defada dün geceki olay gelmişti gözlerimin önüne. Yeniden sarılmıştı sanki belim kollarıyla, sıcak bir dalga basmıştı yanaklarımı. Bunca şeyden, bunca ayrı düşüşten sonra, nasıl olur da beni kurtarmıştı inanamasamda olmuştu bir defa. Şimdi ise kaçıp kurtulmak isterken paçalarımdaki izlerden, burnumu yakan kokuyla tahminimce onun odasında onun yatağında yatıyordum.
Kitaplara ilişirken gözlerim yavaş adımlarla ilerledim kapıya, kolumun sızısı kendini hatırlatırken birini bulma umuduyla kapı kolunu çevirdim zorla. Sonunda açıldığında kapı, kendimi dışarı atmamla boynuma sarılan bir çift kolla birleşmem bir oldu. Tanıdık, sarılma bulurken beni uzun zaman sonra dudaklarıma oturan gülüşü hissettim. Annemi anımsatan kasımpatı kokusu doldu burnuma.
"Kızılcık!" diye tatlı bir ses ulaşırken kulaklarıma gülmeden ve rahatlamadan edemedim. Bu kadar sıcak bir karşılamayı hiç beklemiyordum.
Jesse, kollarını olabildiğince sıkı bir şekilde sarmıştı bana. Kaybettiği bez bebeğine sarılıyor gibiydi, öyle ki yaptığı baskı kolumda ki acıyı arttırırken elimde olmadan inledim.
"Jesse, kolum-"
Frank, acı çeken suratımı görümce zorla kaldırmıştı onu üzerimden.
"Baekhyun, kolu yaralı unuttun mu?" dedi ve bana bakıp gözlerinin en içiyle gülümsedi. Gülümserken tam bir çocuk olduğu için kendi karşı çıktığım şeyi kabullendim. Yalan söyleyemezdim, ikisini de çok özlemiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kırık Aynalı Ruhlar Ormanı | sekai
FanfictionBu biraz tatlı, çokça acı, oldukça kanlı intikam hikayesi, Sekaifest Highlit için yazılmıştır.