"Kızılcık, gelsene biraz bahçeye çıkalım. Tüm gün yatakta döndün durdun, sıkılmadın mı?"
Öğlen yerini ikindiye bırakırken hışımla açılan kapının feryadıyla fırlamıştım yatağımdan. Karşımda dudaklarını küçük bir çocuk gibi büzmüş, yaramaz bir Baekhyun duruyordu. Minseok hyungun evinden dönüşümüzün ardından koskoca 2 gün geçmişti ve ben 2 gündür yemek vakitlerinde Baekhyun'a yardım edip yemeğimi de odama götürmek dışında çıkmamıştım bu kuyudan. Burnumu yorganın altından bile çıkarmak istemiyordum, adeta yaşam enerjim bir atlı arabada yerleri tıngırdatarak terk etmişti beni. Şimdi ise, Baekhyun beni 2 günün ardından tebessüm ettirirken kabul etmek dışında bir çarem yoktu. Hem biraz temiz hava fena olmazdı.
"Hadi, çıkalım."
Ceketimi üzerime almış, sabah Chanyeol'un masaya bıraktığı sigara paketini de koymuştum cebime. 2 günün ardından ciğerlerim aranıyordu zehirli bir dumanı. Koridora çıktığımızda gelen salondan gelen birkaç yere çarpma sesiyle dikkatim orayı bulsa da bilmemezlikten gelmiştim. İki gündür doğru düzgün görmemiştim onu ve gerekirse görmeyecektim de. O da gelmemişti zaten doğru dürüst odaya, ben uykunun kuyusuna düşerken gelip birkaç parça kıyafet alıp çıkıyordu. Dolabın kapak sesini duyuyordum her gece ama açılmıyordu gözlerim, ona değmekten korkuyorlardı.
"Birkaç rafın yerini değiştiriyorlar bugün. Kirpi gelemiyor düzensizliğe. Gidip bakmak ister misin?"
Baekhyun bunu kibarca sorarken ona bakmadan salladım başımı.
"Bahçeye çıksak daha iyi olur." dedim. Hazır değildim. Onu görmek demek, yeni bir kabulleniş demekti ve ben onun başkasına ait olmasını yediremezdim kırgın yüreğime. Henüz yapamazdım bunu.
Arka bahçede solmuş yaprakların yarattığı bir şölen vardı, sarı ve kahverengi. O kadar güzel ve aitlik hissime basılan parmak gibi hissettiriyordu ki dokunmak istemiyordum ama yürümek oldukça zordu. Bu yüzden Baekhyun ile süpürmeye başlamıştık fazlasını. Bana demişti ki,
"Yaprakların fazlasını alırken yüreğinin de fazlalığını aldığını düşün Kızılcık. Eminim iyi gelecek. "
Şaşırıyordum beni bu kadar iyi tanımasına, içimi bu kadar iyi görmesine. Onca yıldan sonra yine beni şaşırtmanın yolunu ne yapıp edip buluyordu.
"Nereden anladın yüreğimdeki yangını?" dedim kendimi tutamadan. Kıkırdadı. Önündeki yaprakları süpürmeye devam ediyordu.
"Bazen bir bakış ele verir insanı. Gerçi senin durumunda 'bir kaçış' mı demeliyim?"
İmalı ve birazda kırgın bakışlarını dikmişti üzerime.
"Ne zaman kırılsa kalbin, çıkamasan olduğun durumun içinden kaçıyorsun. Kaçarak kurtulursun, görmezden gelirsen biter sanıyorsun. Ama bak Kızılcık, yine buradasın."
Dedikleri doğruydu ve zaten acı olan gerçekti.
"Neden diye sormak istiyorum, hem geçmişte hem şimdi neden bırakıp gidiyorsun bizi diye ama duyacaklarımın ağırlığının korkusu yüzünden soramıyorum. Sanırım, korkuyorum senin ağzından duymaktan."
Sesi, gözleri en çokta yüreği titriyordu Baekhyun'un bunları söylerken. Haklıydı böyle düşünmekte çünkü ben onlara bir açıklama yapmaktan bile acizdim.
"Bak, Jesse." duraksadım.
"Her şeyin sorumlusunun ben olduğumu biliyorsun. Benim peşime düştüğünü, geçmişte kulübedeki yangını benim çıkardığımı ve Sebastian'ın öfkesinin hedefinin ben olduğumu biliyorsun."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kırık Aynalı Ruhlar Ormanı | sekai
FanfictionBu biraz tatlı, çokça acı, oldukça kanlı intikam hikayesi, Sekaifest Highlit için yazılmıştır.