Kirpi gibisin çocuk,
Her tarafın diken.
Kim elini uzatsa,
Delik deşik.
Üstelik sende kan içindesin.
Kirpi gibisin çocuk,
Sivri, kesif, keskin.
Kim görse içini,
Kan revan.
Çünkü en büyük düşmanın sensin.▪ ▪ ▪
Eğer size bu hikayeyi ne en kötü kabuslarınızda, ne de en güzel rüyalarınızda görebileceğinizi söyleseydim eminim hepiniz dizlerimin dibine çöker pür dikkat dinlerdiniz beni. Ama bu öyle sandığınız kadar güzel ve meşakkatli bir hikaye değildi ve şey, bende öyle çok iyi bir anlatıcı sayılmazdım. Bu yalnızca biraz tatlı çokça acı oldukça kanlı bir intikam hikayesinin başlangıcıydı ve yine her şey olağan bir sonbahar gecesinde olağan bir yemek masasında başlıyordu. 1964 senesinin içki yasağının en katı günlerini gördüğü son 5 yılın en soğuk geçen sonbaharında, içeride içilen sigara dumanlarının camlarda buğular oluşturduğu bir ramen restoranında, ilmek ilmek iç içe geçmiş bir hikayenin temelleri atılıyordu ama ben farkında bile değildim. Karşımda aylardır türlü bahanelerle yemek davetini reddettiğim iş arkadaşım Junmyeon oturuyordu ve benim yaptığım tek şey ise onu dinliyor gibi gözükürken içtiğim sigara dumanının içinde kaybolmaktı.
Ah, bu arada tanışmadık. Bu tanışma işlerinde ne kadar iyi sayılmasam da koltuklarınıza yaslanıp seyre dalarken veya el ele tutuşarak beraber bu tozlu yolları yürüyeceğiniz, bu hikayenin merkezindeki adamı yani beni tanımak istersiniz sanıyorum ki. Ben, aslında görüp görebileceğiniz en basit, en olağan yerde karşılaşabileceğiniz bir yetimhanede öğretmenlik yapan, biraz melankolik, biraz içli bir adamdan fazlası değildim. Ama diyorum ya, bu hikaye benden habersiz çoktan yolunu almaya başlamıştı ve benim basit bir adam olmamda hayat denen uzun burunlu cadının umurunda değildi. Her şey, Junmyeon'un geçmişimin kapalı kutusunu açan düğmeyi bulup dokunması ve o kutunun derinliklerinde yatan Kirpi'yi ortaya çıkarması ile başlamıştı ama inanın bu düğmenin başıma getireceği olaylar silsilesini bilsem onu engeller miydim yoksa kendim mi patlatırdım o düğmeyi bilemiyorum. Siz tabi şimdi kim bu Kirpi? diye de soracaksınız. Kirpi, benim en büyük yürek yangınım, kalbimdeki kan oluklarının dikenli başrolü, kanımda ki siyah kelebeklerin sahibiydi. Ruhumdaki depremlerin mimarıydı ve o bu hikayenin ilk vagonunu yola çıkardığı gece hayatıma yeniden yürüğü her adımda bir yıkımı getirecekti. Eğer hazırsanız, ilk perdeyi açıyor ve koltuklarınıza sımsıkı tutunmanızı öneriyorum. Çünkü önümüzde oldukça uzun bir yol var.
"Görüşmeyeli nasılsın, Sehun?"
Junmyeon, önündeki sosları masanın kenarına kaydırıp gözlüğünü burnunun üzerinde düzeltirken soruyordu bu rutin soruyu. Bana öğleden sonra bahçede çocuklar koşturup etrafımı sarmalarken yemek teklifinde bulunmuştu ve ben bahaneler defterimde ona sunmadığım tek bir bahane kalmadığı için kabul etmek zorunda kalmıştım. Teklifini kabul ettikten sonra, saç boyama, duş ve uykuyla devirdiğim birkaç saatin ardından yeniden buradaydım ve o nasılsın diye soruyordu elindeki teri bacağına silerken. Tamam, bu biraz can sıkıcıydı.
"Daha bugün görüştük okulda, hyung. Ama iyiyim, sen nasılsın?"
Aslında görüp görebileceğiniz en kibar ve içten insandı o, ama ben çok konuşkan veyahut insanlarla çok yakın ilişkiler kurabilen sosyal bir varlık değildim. Tecrübelerimin acı kalıntıları beni bu noktaya getirmişti şimdilerde ise yalnızca belli mesafelerden karşılıyordum insanları hayatıma ve şimdi ortamın ipini germek ve daha beni tanıyor sayılmayan bir adama bu huyumu göstermek en son istediğim şeydi. Bu yüzden etrafımdaki duvarlarda ki eskitme tablolara bakıp hayal dünyamın kapısını aralarken cevaplıyordum onu. Eskilik tozu kokan her şeyin ilgimi bu kadar çekmesi normal miydi bilmiyorum ama şimdi gergin olan suratını daha germemem için iyi bahane oluyorlardı. Ciğerlerimin misafiri dumanı salıp, derinlerde dalıp giderken hafif bir gülüş koptu dudaklarından.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kırık Aynalı Ruhlar Ormanı | sekai
FanfictionBu biraz tatlı, çokça acı, oldukça kanlı intikam hikayesi, Sekaifest Highlit için yazılmıştır.