Gece saat kaçta uyuduğumu bile bilmiyordum. Kaçta uyuduğumun bir önemi de yoktu. Yataktan güçlükle kalktım. Derse gitmem gerekiyordu. Ayaklarım yere basınca derin bir nefes aldım ve geri verdim.
Dolabımı açtım. Sonra dolaptaki küçük aynadan yüzümü gördüm. Göz altlarım morarmıştı. Yanaklarım kıpkırmızıydı. Gözlerim kızarmıştı. Saçlarım dağılmıştı çok kötü görünüyordum. Derin bir nefes aldım ve beyaz gömlek sarı askılı triko bir kazak ve siyah pantolon çıkarıp üzerime geçirdim. Güçlü durmak zorundaydım. Kapatıcı ile yüzümde gördüğüm tüm lekeleri kapattım. Saçlarımı sıkıca at kuyruğu yaptım nemlendirici ve rimel kullanarak yüzüme biraz parlaklık verdim.
Siyah sırt çantamın içine gereken malzemeleri koydum ve siyah spor ayakkabılarımı ayağıma geçirip yurttan çıktım. Güzel görünüyordum. Ya da çok uğraştığım için öyle sanıyordum.
Bisikletime takıldı gözüm. Onunla mı gidecektim? Onunla gidip onu Baran'a teslim etmem gerektiğini düşündüm. Bisiklete bindim ve sürmeye başladım. Yüzümdeki gülümsemeyi asla ihmal etmiyordum. Güçlü durmak ne kadar zor olsa da gülümsemek acılarını kapatmak için güzel bir yoldu.
Fakülteye geldim. Bisikleti bir yere bağladım ve çantamın bir ucunu sol omzumdan çıkarıp içindeki anahtar ile kitledim. Anahtarı tekrar çantamın derinliklerine gönderdim. Başlamasına yaklaşık yirmi dakika kalmıştı. Bir bankta oturup şarkı dinlemeyi seçtim ve bankların olduğu tarafa doğru yürümeye başladım.
Bankta otururken onu gördüm. Çok kötü görünüyordu. Yüzü kızarmıştı. Göz altları morarmıştı. Saçları eskisinden daha çok dağınık ama yine kapşonu ile kapatıyordu. Umut ve Emir hemen yanında oturuyordu. Hiç konuşmuyorlardı. Bir anda karnımdan gelen sesle acıktığını anladım. Etrafıma baktığımda kimsenin duymadığını anlamam beni gülümsetti. Karşıdaki fırın bana iyi bir fikir gibi geldi ve oraya doğru yürümeye başladım. O sırada Baran'da kalktı.
Aynı yere gitmememiz için dualar ederek çıktım. Hemen arkasında yürüyordum. Beni görmemişti yüksek ihtimal. Fırının kapısını hızla açtı sonra tutmadan kapatınca kapı yüzüme çarptı. Kapıyı sinirle tekrar açtım. "Kolay gelsin." dedim benim yaşlarımda birine. Bana gülümsedi.
"Hoşgeldiniz ne isterdiniz?" dedi ses tonu gayet ince bir çocuk. "Aslında iki tane kaşarlı poğaça bir de kayısılı meyve suyu gayet iyi gider." dedim. Baran kendi siparişini vermemiş pür dikkat beni dinliyordu. "Süper seçim." dedi.
Kese torbasına iki tane poğaça ve dolaptan ise bir kutu kayısılı meyve suyu çıkardı. Tezgaha indirdi. "Toplam dört buçuk yaptı." dedi. Ona gülümsedim ve elimi çantama attım.
Elimi çantamda gezdirdim ama bir türlü cüzdanımı bulamadım. Adam bana büyük bir merakla bakıyordu. Bakışlarımı ondan çekip çantama yönelttim. Ben gerçekten unutmuş muydum? Hay aksi!
"Şey ben," derken hâlâ çantamı karıştırıyordum. "Bana biraz müsade eder misiniz? Bunlar kalsın." diyip hızlı adımlarla bulunduğum ortamdan çıktım.
Rezillik!
Neden her şey beni buluyordu ki? Birinin kolumu tutması ile dönüp ona baktım. "Kahvaltı yapmadan çıkmasaydın." dedi Baran. Kolumu ondan kurtardım. "Kahvaltı yaptım Baran." dedim. Sırıttı. "O yüzden mi geldin fırına?" dedi. "Bu seni ilgilendirmez." dedim ve arkamı döndüm. Sonra anahtarı ona vermem gerektiğini düşünerek önüme döndüm. "Baran bu arada," dedim ve çantamın içinden anahtarı alıp eline tutuşurdum. "Bunu al." dedim.
Sonra onun daha bir şey söylemesine izin vermeden yanından ayrıldım. Hızlı adımlarla tekrar okula girdim. Bir banka oturdum. Çifte rezil olmuştum. Bir anda yanıma bir beden oturdu. Kafamı kaldırıp oturan kişiye baktım. Okulun ilk zamanlarında tanıştığımız Yunus denen çocuktu bu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DOLUNAY
Chick-LitNâre hiç arkadaşı olmadı. Bir yurtta kalıyor ve yurttaki herkes onu ucube olarak görüyor. Bu çıktığı hayat yolunda yanına aldığı arkadaşlar ne kadar iyi de olsa çok tehlikeliler. Bu hayat yolunu sizde okuyun. Bakalım engelleri yanlış geçmiş mi?