12: heaven in your arms

1.7K 210 135
                                    


"Hocalar ek ders koymuş ama neyseki drama sınıfında olduğumuz için ucundan kurtarıyoruz– Hey! Chae Young, sen neden dinlemiyorsun beni?" Jisoo cümlesinin sonuna sıkıntılı bir nefes iliştirdiğinde başımı yasladığım sıraya daha da sokuluverdim. Dün gece eve geldiğimde şansım vardı ki annem ve babam hala uyuyorlardı. Elbette yakalanmadığıma sevinmiştim ama maalesef ki gece müthiş bir uyku çektiğimi söyleyemezdim. On dakika boyunca uyuyorsam, on birinci dakikada aniden gözlerimi açıyordum ve bu cidden sağlıklı değildi, gece uykum sayamadığım kez bölünmüştü. Zaten hastaydım ve uyumadan kendime nasıl geleceğimi bilemiyordum. "Yorgunum."

"Gece ne yapıyorsun anlamıyorum ki? Bizden gizli partilere falan mı gidiyorsun yoksa?" Son cümlesiyle aklıma doluşan hatıralar yüzünden oflarken, Tzuyu'nin okulda olmadığını daha yeni farketmemle içime hiç hoş olmayan bir şekilde kara bulutlar çöküvermişti. "Dün uyuyamadım." dedim bir anda kendimi tutamayarak. Birisine anlatmak istiyordum artık. Çünkü içimde tuttuğum her saniye, daha da kötü hissediyordum. "Neden uyuyamadın? Bir sorun mu var?"

Bir yalan uydurmak fazla yorucu geldiğinden dolayı "Hayır, eve geç geldim." dedim gerçeği çarpıtmayacak şekilde. Kaşları çatıldı şüpheyle. "Chae Young, sen neler karıştırıyorsun?"

Doğruldum. "Hayır, ben bir şey karıştırmıyorum," derince soludum bir anda. Bir anda tüm gerçekler iki dudağımın arasından kaçacakken duraksadım. Ona ne anlatacaktım ki? En yakın arkadaşlarımızdan(!) birisinin dün yaptığı rezilliği mi? Bunu yapamazdım. Sadece gözünde onu kötülemiş ve kendimi küçük düşürmüş olurdum. Ayrıca takıldığı noktalar olacaktı. Mesela, Jungkook'un onca karmaşanın içinde beni çağırması ya da belki numaramı nereden bulduğunu irdeleyip duracaktı. Şu an uğraşmaya değmezdi.

Zihnim cam kırıklarıyla doluydu ve bazen fazla öyle çok düşünüyordum ki, o kırıklar zihnimin her köşesine batıyordu. Başım dönüyor, ruhum daralıyordu ama o cam kırıklarının arkasında ulaşmak istediğim sonuçlar vardı, bu yüzden düşünmekten vazgeçemezdim. Can acıtsa bile, devam etmek zorundaydım.

"Boşver." diye mırıldandım tüm odağımı ona vererek. "Yarın bir şeyler yapmak ister misin? Annemle babamın nöbetleri çakışıyor, evde yalnız kalmak istemiyorum." Gülümsedi. "Neden olmasın, seninle vakit geçirmeyeli uzun zaman oldu." İnsanların beni sevmesini ve değer vermesini seviyordum. Sorsanız herkes severdi ama bu beni cidden mutlu ediyordu.

Jungkook: birazdan -hatta şimdi- sonra drama odasında toplanacağız.

Jungkook: aklın beş karış havada olduğundan dolayı

Jungkook: hatırlatmak istedim, canım partnerim <3

Mesajlar ekranı açık olan telefonuma bildirim sesiyle düştüğünde kilit ekranından mesajları görmemle gözlerimi devirmeden edemedim. "Siz baya işi pişiriyorsunuz." Kaşlarımı çatıp yutkundum. "Bu hoş bir tabir değil." Tabirin hoş olup olmaması beni alakadar etmiyordu. Sadece ima yaptığı diğer kişinin hoş olmaması beni alakadar ediyordu. İstemeye istemeye de olsa toparlanmaya başladığımda bir taraftan hayata sövüyor, diğer taraftan da sıkıntıyla oflayıp duruyordum. Söylenmemin bana hiçbir faydası yoktu, ama bir anlık olsa bile içimdeki sıkıntıyı çekip atıyor gibi hissediyordum. Kendimi berbat hissediyordum, yürüyecek mecalim asla yoktu. Başım ağrıyordu ve haliyle hiçbir şey yapmak istemiyordum.

"Hızlı git, bekletme partnerini." Yaptığı imaya karşı sadece gözlerimi devirerek tepkimi belirttiğimde işim bitmişti bile, oturduğum sıradan kalkıp bir süre sonra da sınıftan çıkmış ve boş koridorda sağa doğru yürümeye başlamıştım. Çok kısa bir süre içersinde sınıf kapısına ulaştığımda kendimi yavaş adımlarla içeriye atmıştım. Gördüğüm manzara beklendik değildi. En basitinden bir hoca olmalıydı sınıfta ya da birkaç tane öğrenci, ama şu an sınıfta bulunan tek kişi Jeon Jungkook'tan başkası değildi. "Hoca nerede?"

a century of lonelinessHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin