Older, Sasha SloanOturduğum üçüncü sıradan kalkıp matematik sınıfından çıkarken bir yandan da etrafı süzüyordum, tanıdık kimseyi görememiştim. Yarım saat sonra başlayarak drama dersimize az kalmıştı ve beni iki saatlik blok matematik dersinden ayıltıp başka bir derse hazırlayacak tek şey kahveydi. Bu yüzden şansım varsa kahve otomatına yetişirdim ve ortak alanda biraz almanca çalışırdım yoksa da tam burada bayılırdım. Matematik sınıfı okulun en doğusundaydı ve genel olarak diğer sınıflara göre ekstra ekstra soğuk olurdu. Şayet kaloriferli sırayı kapmadığım zamanlar dersten ya bu tutmuş üzerimde kar kristalleri oluşmuş şekilde ya da ağlayarak çıkıyordum. Bir süre sonra da göz yaşlarım üzerimde donuyordu.
Yarım saatlik arayı iyice değerlendirmek istediğimden dolayı hızlı bir şekilde otomata gelmiştim -sanırım bugün tanrı beni biraz olsun seviyordu- parayı atıp latte seçeneğine bastığımda normalde alta koyduğum bardağı kavrayıp yukarı çekmesi ve içine latteyi doldurması gerekiyordu fakat anlıyordum ki yanlış giden bir şey vardı çünkü bir türlü yukarıdan sıvı gelmiyordu. Kafamı soğuk otomat camın yasladım. "Tanrım, lütfen lütfen azıcık seviyorsan beni tam şurada canımı al. Ne sen uğraş ne de ben, kökten çözüm işte." Cidden günüm daha ne kadar kötü geçebilirdi bilmiyordum ama tek bildiğim şey kış aylarından nefret ettiğim gerçeğiydi. Cidden üşümeyi hiç sevmiyordum. "Ee ne diyor peki, alacak mı canını?" duyduğum yabancı ama artık tanıdık ses yüzünden daha da çok ağlamak isterken ofladım. Jeon Jungkook kendisini benim zor zamanlarımda ortaya çıkmak için programlamıştı sanırsam. "Tanrıyla kul arasına girilmez, defol."
"Kahve makinesine sarılmayı kesersen kahve alacağım Rosie." hızlıca ona döndüm. "Benim adım Chae Young, Rosie değil." Kaşlarını çattı, bakışlarından sorgu akıyordu. "Sakıncası var mı?" dudaklarımı birbirine yaslayıp derince bir nefes soludum. "Evet, var."
"Tamam o zaman, Rosie. Dikkat ederim." Sırıtarak otomata para atıp yine benim gibi latte seçeneğini tuşladığında keyfim yerine gelmişti, çünkü bana kahve vermezse ona da vermezdi değil mi? Kahve makinesi benim aksime çalıştığında ağzımın bir karış açılmasına engel olamadım, anlıyordum ve zaten biliyordum ki ben şanstan uzakta yaşayan bir insandım ama basit bir lattenin de şansla ilgisi olduğunu düşünemiyordum. "Tüh," dedi kahveyi dudaklarına doğru götürüp tam içecekken, sonra ışık hızıyla kahveyi dudaklarından uzaklaştırdı ve bana uzattı, bu hareketiyle bardağın içinde sallanan kahveyi görmüştüm. "Ne tesadüf, içesim kaçtı. Sen iç." kahve bardağını bana uzattığında kafamı iki yana salladım. "İstemiyorum."
"Ama az önce latte almaya çalışmıyor muydun?" tek kaşını kaldırıp konuştuğunda yutkundum. Sapık gibi beni izleyip ne içtiğime mi bakıyordu? Harika. "Ben latte sevmem." dedim titreyen ses tellerime engel olmayı beceremeyerek. "Bu seferlik iç o zaman." Sıcak eli buz gibi elime temas ettiğinde kahve bardağını elimle kavramamı sağladı ve yanımdan hiçbir şey olmamış gibi geçip gitti. Yaptığı tamamen saçmalıktı. Bir elim yanarken diğeri donuyordu ve cidden kendimi çok rahatsız hissediyordum. Hayatımda hiç olmadığım gibi hissettiğim bir hafta geçiriyordum ve uykum da vardı. Almanca çalışmaktan vazgeçip drama sınıfına doğru yürümeye başladığımda her ne kadar onun aldığı şeyi içmek istemesem de sıcak şeyi çöpe atamayacağımdan dolayı elimdeki sıcak latte'den bir yudum aldım. Bir anda göğüs kafesimin yumuşadığını hissetmiştim ve bu biraz olsun rahatlatmıştı beni.
"Chae Young, yanıma otursana bugün."
Sınıfa girdiğimde ikinci sırada oturan Tzuyu elini sallayarak bana doğru konuştuğunda son kalan kahveyi içip yandaki çöpe attım ve yanına oturdum. "Dün çözemediğim sorular oldu, akşam akşam rahatsız etmek istemediğim için yanımda kitabı getirdim. Ders boşken anlatır mısın bana?" kibar ricasına karşın kafamı sakladığımda beyaz montumu çıkartıp arkama astım ve çantamdan kalemlerimi çıkarttım. O da bu sırada kitaplarını çıkartmıştı. "Hangileri?" demiştim ben de o sırada. İşaret parmağıyla sayfasını katladığı testi açıp "Bu, bu, bu ve... bu." dediğinde gösterdiği soruları gördüğümde kafamı salladım, hepsi önceden çözdüğümüz, basit sorulardı. "Bu sorular basit, yargılamıyorum fakat daha zorlarını da çözdüğünü gördüm Tzuyu. Kafanı dağıtan bir şeyler mi var?" Sanki hep bu anı bekliyormuş gibi derin bir nefes verip kalemini masaya bıraktı. "Jungkook hakkında söylediklerin, kafamı karıştırdı. Bir anda sürekli onu düşünmeye başladım. Sence normal mi?" Bir an keşke söylemeseydim diye geçirdim içimden, çünkü bu onun yararına olmamıştı ve biraz pişman olmuştum içten içe. "Jungkook popüler bir çocuk, bu konunun kafanı karıştırması bu yüzden gayet doğal. Bilmiyorum ama bence bunu kafana takmanı bırakmalısın." Kafasını salladı. "Konuşmak kolay olduğunu biliyorum belki biraz empati kursan anlarsın beni."
"Jungkook okula geleli bir hafta oldu, olmadı. Hangi ara ondan etkilenmeye başladın? Kaçırdığım şeyler mi var yoksa?" Şüphe dolu sesimi kullandığımda hızlıca kafasını iki yana salladı. "Hayır. Sadece ilgimi çekiyor ve bunu bilmek arkadaşım olarak senin hakkın." Bir şeyler ima etmeye çalışıyordu. Arkadaşım kelimesine yaptığı baskıyı da duymazdan gelemiyordum, kendimi kayda değer bir hata yapmamış olmama rağmen suçlu hissetmeye başlamıştım sanırım. "Pekala." dedim uzatmanın bir faydası olmadığı için. O kararını vermişse benim yapabileceğim bir şey yoktu. Bir süre bacaklarımı kendime çekip sadece oturdum, hemen sonrasında da zil çalmıştı zaten. İki saat boş ders cidden faydalıydı fakat ne yapacağınızı bilemediğiniz zamanlar içi boş bir balon oluyordu. Ve ben bugün kırıntıları yaşayan tüm hevesimi kaybetmiştim, artık şaşırmıyordum çünkü her gün kendimi mutsuz edecek bir sebep buluyordum ve bütün bir haftayı çöp poşetine fırlatıp umutsuzca yenisini bekliyordum. Sınıfa giren üçlüyü görmemle derin bir nefes vererek kafamı sıraya yasladım ama sonrasında bunun çok saçma bir hareket olduğunu farkettiğim için kendime kızdım. Cidden zihnimi bir iki pataklayıp adam etmeliydim çünkü beyinsiz insanlara dönüşmeye başlamıştım. Bir süre belli etmeden doğrulmaya çalıştım, başarılı olduğumu anladığımda elime bir kalem alıp çiçek çizerek sırayı kirletmeye başlamıştım, kendimi adadığım bu işten beni kopartan şey kapı gıcırdayarak açılmasıydı. İçeriye gayet bakımlı bir kadın girdiğinde kolunun altına rastgele yerleştirdiği baget çantası, siyah saçlarının arasında parlayan beyaz teller ve boğazına öylesine sardığı turuncu fularla anime dünyasından fırlamışa benziyordu.
"Merhaba, ben Lee Chae-rin. Bu döneme özel olarak ücretli öğretmeninizim. Yıl sonunda hazırlanacak gösteri için görevlendirildim."
Sınıftan yükselen oflamalar ve itiraz nidalarını duymazdan gelip birkaç metre ötede duran kadının nereden çıktığını düşünüyordum. Hayat aşımı diyordum ben buna, aniden bir sürü kişi hayatıma girdiğinde zihnim alarm veriyordu ister istemez, dur artık Chaeng diye; durmazsan kapılırsın diyordu."Dediğim gibi, memnun olsanız da olmasanız da müdürünüz beni bunun için görevlendirdi. Mezuniyetinizden önce bakanlık son sınıfların sadece akademik alana yönelmesini istemediği için tüm okullarda çeşit çeşit aktiviteler yaptırıyor, kaytaramazsınız çünkü izlemek için gelecekler." Yutkundum. Bir de bu mu çıkmıştı yani?
"Hocam ağaç olabiliyor muyuz? Ben parke de olurum sıkıntı yok." Yugyeom alayla konuştuğunda kafamı sıraya yasladım ve derin bir nefes verdim, hayatım bir arabaydı ve o araba tam gaz uçuruma gidiyordu ancak benim frene basacak gücüm yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
a century of loneliness
Fanfictionpark chae young, bir gece ansızın rüyasında karşılaştığı adamın uzun zamandır aradığı mutluluğun yegane kaynağı olacağını bilmiyordu. [Jeon Jungkook x Rosé] ©2020 6 Aralık, 💔