17: winter on weekend

1.6K 211 76
                                    


Her zaman, her seferinde bir bahane uydurup kendimi bu kapıya atmayı nasıl başarıyordum bilmiyordum. Aslında beni bu kapıya getiren ve az önce düşündüğüm şeyleri yapan kişi kesinlikle Jeon Jungkook'tu. Önce benden arakladığı almanca notlarımı şimdi ise senaryo saçmalığını bahane edip beni bir şekilde sürekli bu kapıya sürüklemeyi başarıyordu.

Tabii, hata sadece onda değildi elbet. Benim de hatam vardı ve bunu kabul ediyordum, ona bunu yapma iznini vermişim gibi hissetmeme engel olamıyordum çünkü o beni parmağının ucunda oynatıyordu.

Soğuktan kendini bırakmış ağaçlara bakıp zile bastığımda, vicdanım kesinlikle hiç rahat değildi. Anneme Jungkook'un evine gideceğimi açık açık söylediğimden dolayı hem mutlu hem de rahatsızdım. Mutfakta kesme tahtasının üzerinde havuçları dilimlerken, bir anda söylemiştim, ben lafımı bitirir bitirmez elinin yavaşladığını ve yüzünde aniden muzip bir gülüş peydahlandığını söyleyebilirdim.

"Hoş geldin." Kapıyı sonuna kadar araladığında yüzüme vuran sıcak hava içimi yumuşatmıştı bir anda, işte bu yüzden kaşla göz arasında hızlıca bir adım atıp kendimi evin içine atmıştım.

"Montunu çıkar, ısıtıcılar sonuna kadar açık zaten." Bu yüzden evde sadece bir kapüşonlu ile durduğunu anlamıştım. Ama ben ısıtıcılar en son düzeydeyken bile buz tutan bir insan olduğumdan dolayı montumu çıkartmayı reddetmiştim. "Hayır, ben yine üşürüm."

"Üşürsen giyersin o zaman. Şimdilik çıkar." Elim fermuara uzandığında hadi dermişçesine kaşlarını kaldırması benim fermuarı aşağıya itmeme sebep olmuştu. Zaten birkaç saniye sonra da o arkama geçip montumu alıp kapının yanındaki askılığa asmıştı.

Kendimi çırılçıplak hissederken yapabileceğim pek bir şey yoktu bu evde, aynı ilk geldiğimde yaptığım gibi uzunca bir süre etrafı süzdüm ve bu evin ne kadar müthiş dizayn edildiğini bir kez daha görüp kafamı duvarlara sürtmek ve böyle bir evde yaşamak için ne yapmam gerektiğini bilmek istemiştim.

"Aç mısın?" Mutfağa adımını attığında dirseklerini tezgaha yaslayıp bana doğru bakmıştı. "Hayır." dedim kafamı iki yana sallayarak, aslında belki biraz aç olabilirdim çünkü şu an saat akşam beşti ve ben en son sabah dokuzda kahvaltı yapmıştım.

"Pizza yapacağım." Duyduğum şeyi duyar duymaz yüzümü buruşturup hızlıca kaşlarımı çatmıştım, daha nasıl tepki verebilirdim bilmiyordum ancak benim çok zamanım yoktu.
Her ne kadar annem olduğum yeri biliyor olsa bile yine de onunla bu evde saatlerce yalnız kalmaya kesinlikle razı değildim.

"Pizzaya gerek yok aslında," diye mırıldandım bulunduğum yerden mutfağa doğru ulaşmak için ilk adımımı atarak. "Paket ramenin varsa lezzetli ve pratik bir şekilde karnını doyurabilirsin."

"Öyle şeyleri evime sokmuyorum, prensip gereği."

Duyduğum şeyle hızlıca gözlerimi devirdim. "Aptal." diye mırıldanırken bir taraftan da bakışlarım etraftaki yalnız yaşayan bir erkeğe göre bir hayli iyi olan mutfak düzenini süzüyordu. "Mutfağa girmediğin için mi bu kadar düzenlisin?"

"Mutfağa girmediğimi kim söyledi?" Öylesine bir dolaptan un çıkarttığında pizza yapacağını anlamıştım. "Beni buraya sadece senaryo için çağırdın, Jungkook. Pizza yapmanı izlemek istemiyorum, senaryoyu halledelim ve ben gideyim öyle yaparsın pizzanı doya doya."

"İzleyeceğini kim söyledi ki?" Buzdolabından yumurtaları çıkarttığında bu konuda ciddi olduğunu anlamamla omuzlarım düşüvermişti bir anda. "Yardımcı şefim olacaksın. Çünkü bana borçlusun, hatırlatırım saydırma şimdi onca şeyi."

"Ben o borcu seninle hamburger yiyerek ödememiş miydim?"

"O bir tanesini kapattı sadece. Hadi naş, eller yıkansın. Ben hamuru yapacağım sende soslar ve üzerine koyacağımız şeyleri ayarlayacaksın, böylelikle daha kolay bir şekilde bitecek. Hem fırını da ısıtıyorum şimdiden, daha hızlı pişer." Böyle demesinden cidden aç olduğunu anlayabilmiştim ve bu, beni gerçekten bir restoran mutfağındaki stajyer aşçı(?) gibi hissettirmişti.

a century of lonelinessHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin